Kirli çamaşırlarınızı kamuoyu önünde yıkamayın!

Bazen, klavyeyi önünüze çeker, “öööyle” bakarsınız ekrana. Yutkunmak zorunda kalacağınız bir meseleyi evirip çeviriyorsunuzdur kafanızda. Söze nasıl başlayacağınızı bilemezsiniz.

Bilgi-belge gazeteciliği yapsaydım, işim kolaydı.

Daya belgeyi, bırak doğruluğunu-yanlışlığını başkaları tartışsın.

Bugüne kadar hiçbir polisten ya da devlet yetkilisinden belge almadım. Sağa sola bilgi servis eden bir devlet yetkilisi tanıdığım olmadı. Bir merkezi ziyaret edip “Eee, hani benim belgeler?”demedim.

Dolayısıyla, bu ilişkiler nasıl kurulur, bilmem.

Kim kimi bulur, kim kimi manipüle eder, gerçekte kim kimi kullanır?

Bunu da bilmem.

Devletin sair kurumlarından gelen bilgilerin sıhhat derecesine ilişkin de bir fikrim yok.

Uzak dururum böyle şeylerden.

Bugün kafamda dolaştırıp duyduğum konuyu, Rota Haber’den Ünal Tanık yazmış; bir zamanlar Yusuf Bozkurt Özal’ın danışmanlığını yapan sevgili Cumali Ünaldı ağabeyimizin anlattıklarına dayanarak...

Bu hikâyeyi, bir sohbetimizde bana da anlatmıştı Cumali ağabey ama Ünal Tanık elini daha çabuk tutmuş ve konuyu daha iyi derleyip toparlamış.

Sözü ona bırakıyorum:

Şu sıra herkesin ortak gündemi, “AK Parti - Cemaat kavgası ne olacak?” sorusuna cevap aramak...  

Bu kavga sadece ortalama insanı rahatsız etmiyor. Hükümet ya da Cemaat tarafında olanların da içini yakıyor.

Sizleri biraz gerilere götüreceğim.

Rahmetli Turgut Özal’ın gücünün zirvesinde olduğu dönemler... Özal, 31 Ekim 1989’da Başbakanlık ve ANAP Genel Başkanlığı görevlerini bırakıp Köşk’e çıkmıştı.

Partisini de Yıldırım Akbulut’a emanet etmişti.

Bir “emanetçi” olmak istemeyen Akbulut, Dayıoğlu Hüsnü Doğan ve kardeş Yusuf Özal birlikte hareket ediyordu.

Bu sırada Semra Özal, ANAP’ın İstanbul İl Başkanı olma sevdasına kapıldı. Beklentilerin aksine Özal, eşinin arkasında olduğunu açıkladı. “Yetim Hüsnü” olarak tanınan Hüsnü Doğan ve kardeşi Yusuf Özal ise bu duruma isyan etti. Özal’ın bu tavrı, Haziran ayında yapılacak kongrede Mesut Yılmaz’ın şansını artıracaktı.

Mesut Yılmaz, Semra Özal’ın adamı olarak biliniyordu ve muhafazakârlara karşıydı.

Muhafazakâr kesimin iki önemli ismi, Hüsnü Doğan ve Yusuf Özal, bu durumu hazmedemediler. Ortaya çıkan tabloyu kabullenemediklerini kamuoyuna açıklamaya karar verdiler.

Bir tür deklarasyon metni hazırladılar. Bu metni, Özal’ın çevresindeki isimlerden kendilerine yakın gördükleri Cumali Ünaldıile paylaşmaya karar verdiler. Metni telefonda bizzat Yusuf Özal okudu. Ünaldı’dan nasıl bulduğunu sordu.

Ünaldı çok net konuştu: “Dili çok ağır değil ama böyle bir deklarasyonu kamuoyuna asla açıklamayın. Hüsnü Bey’le birlikte Turgut Bey’in yanına gidin. Kapıyı kapatın, içeri kimseyi almayın. Burada yer alan ifadelerden çok daha ağırını Turgut Bey’e söyleyin. Ama asla Semra Hanım’ın adaylığına karşı çıkan bu açıklamayı kamuoyuyla paylaşmayın.”

Ünaldı’nın bu sözlerine Yusuf Bey çok öfkelenmişti. O nezaketli Yusuf Özal gitmiş, bir başka Yusuf Özal gelmişti: “Ben de seni aklı başında biri sanırdım. Boşuna danışmışım...” (Yıllar sonra Yusuf Bey, Ünaldı’dan özür dileyecektir ama iş işten geçmiş olacaktır.)

Ertesi gün, iki kuzen basın toplantısını düzenleyip söz konusu metni okudular. O tarihe kadar perde gerisinde yürüyen mücadele artık kamuoyu önünde faş edilmişti. Hem de akla gelebilecek bütün faullü argümanlar kullanılarak.

- Başbakan Akbulut, Özal’ın baskısı ile 22 Şubat 1991’de Hüsnü Doğan’ı Milli Savunma Bakanlığı görevinden azletti.

- Semra Özal 3 Mart 1991’de ANAP İstanbul İl Başkanı seçildi.

- Semra Özal’ın ve liberallerin desteklediği Mesut Yılmaz 15 Haziran kongresinde partinin başına geçti.

Sonra ne mi oldu?

Genelkurmay Başkanı Necip Torumtay’ın istifasıyla bozulmayan istikrar, o tarihten sonra bozulmaya başladı ve ülke 10 yıllık “karanlık bir döneme” girdi.

Özal’ın şaibeli ölümü, ülkenin yetiştirdiği pek çok değerin peş peşe “kaza süsü verilmiş” cinayetle ortadan kaldırılması, 17 bin faili meçhul cinayet bu dönemde yaşandı. Ardından, 28 Şubat geldi. Tarihimizin en büyük ekonomik krizi ve “banka soygunları” yine bu dönemde yaşandı.

Hükümet-Cemaat kavgası da, aklın, mantığın, iz’anın, insafın, empatinin bir kenara bırakıldığı bir savaşa dönüştü.

İnşallah korktuğumuz başımıza gelmez.