Kitap Fuarı bitti, yoksa kitap da mı bitti?

Yazar olarak katıldığım ilk kitap fuarı olan TÜYAP Kitap Fuarı izlenimi yazmak istedim. Sadece fuara değil, yazarlara, yayınevlerine ve dahi kitaba...

TÜYAP Kitap Fuarı çok kalabalıktı. Buna sevinmeliyiz sanırım. Cumartesi günü Beylikdüzü Metrobüs üstgeçidinin kalabalıktan sarsıntı yaşadığı, bu yüzden de kısa bir süre kapatıldığı söylendi hatta.

Kitap fuarlarında içim burkulur eskiden beri. Bir standda, önünde kitapları durur vaziyette  sessizce oturan bir yazar görürsünüz, göz göze gelirsiniz. Size “Kitabımı alacak mı acaba?” der gibi bakmaktadır. Göz temasını kesersiniz. Üzülürsünüz sonra…

Nedir bu yazarların çektiği de be kardeşim.

Yazdığı, gecelerce sabahladığı, gözünün ferini, alnının terini akıttığı yetmiyormuş gibi bir de gelip standda satışını yapıyor garibim.

Bari matbaaya da sokun, kendi kitabını kendisi bassın da tam olsun.

Her neyse, geçen yıl gördüğüm bu manzarayı yaşamamak umuduyla gittim TÜYAP’a.

Çok güzel bir ilgiyle karşılaştım, annelerinin öğüdüyle gelip beni bulanlar mı dersiniz, henüz anne karnında olan bebekleri için kitap imzalatan anne-babalar mı. Şanslıydım ilk kitabının ilk imzasında olan bir yazar olarak.

Bir ara fırsat buldum, kaçıverdim fuara, standlara uğradım ve yazarların ellerini sıktım. Hangi görüşte, hangi çizgide olursa olsun, hepsinin teker teker.

Çünkü kitap denilen şey gerçekten çok büyük bir emek.

Bir yazar bir ülkede kitap yazıyorsa o ülkeye inanıyordur. En umutsuzu bile içinde bir yerlerde bir umut taşıyordur. Ötesi yok. Çünkü inanç yoksa, umut yoksa heba olmuş demektir o kitap daha çıkmadan. Kim böyle bir kitaba günlerini harcar.

Bir yandan sevindim;

Onbinlerce insan sıraya girmiş, az daha ileride olsa Tekirdağ Belediyesi’ne bağlı olacak olan TÜYAP Kitap Fuarına gelmişti.

Haklarını yemeyelim, metrobüs gibi bir hizmet olmasa, onca insan nasıl gelecekti, akıl alır gibi değil. Sağolsun İstanbul Büyükşehir Belediyesi.

Sevindim çünkü bir günlerini ayırmış, emek vermişlerdi. Biriktirdikleri parayla gelip, istedikleri kitapları alacaklardı.

Bir yandan da üzüldüm;

İnsanı üzen bir şey var kitap işinde. Bir burukluk var.

Bir kitap, bir paket sigarayla aynı fiyata, bunu düşünmek insanın içini sıkıyor.

Tütünden zehir yapıyorlar, bir insanın aylarca sabahlara kadar uyumadan yazdığı bir eserle aynı fiyata satıyorlar.

Yazık be kardeşim.

160 sayfa bir kitap 12.5 lira, Uzun Parliament de öyle…

Bir yanda kitapseverlerin belki son paralarını bu kitaplara harcadıklarını düşünürken, diğer yandan her gün bir paket sigaraya verdiği parayı bir kitaba verirken ellerinin titrediğini düşündüm.

Herhalde kitap kadar, ucuz olduğu kadar algıda insanlara pahalı gelen bir ürün yoktur.

***

KİTAP DENİLEN ÜRÜN…

Kitap dışarıdan çok özel görünen, kitap sektörü de kültürün en üst seviyede yaşandığı bir alan zannedilir.

İçine görünce anladım ki hırdavatçılar çivilerine, somunlarına ve vidalarına daha çok saygı duyuyor birçok yayıncının kitaba duyduğundan.

Daha da kötüsü, yazarları da bir tiraj kaygısı almış.

“Aşk çok gidiyor abi bu ara” diyor bir tanesi, o gece yazılmaya başlanıyor kitap, birkaç güne hazır.

İnternette en çok paylaşılan cümleler serpiştiriliyor. En acıklı aşk sözleri, twitleri.

Kitap hazır.

Tüketicisi dünden hazır.

Yanında süslü bir kahve fincanıyla instagrama bir fotoğraf da paylaştın mı, tamamdır…

Bir başkası “Allah ile başlayan kitaplar çok gidiyor abi” diyor.

Google’da yap aramayı, “şununla ilgili hadisler, bununla ilgili ayetler”.

Serpiştir onları ana başlıklara.

En vurucu olanı koy kapağa.

Kur’an 100 tane satılmazken bunlar yüzbinlerce satılsın.

Kur’an’ı anmayan, anlamayanlar gitsin Allah ile başlayan kitaplara sarılsın.

***

İşini iyi yapan, özenle yazan, hasretle kitabının baskısını bekleyen tüm yazarlar müstesna. İşinin hakkını veren, benim çalıştığım yayınevi gibi hakkıyla yapan tüm yayınevleri müstesna. Kimsenin kalbi kırılmasın. Ama kitap iyi yerde değil. Bu da unutulmasın.