Kitapta durduğu gibi durmaz

Kasvetli günlerdi. Hükümet tarafında şiddetli sancılar. Kim cumhurbaşkanı olacak? 

Erdoğan mı? Olmasın! Niye olmasın? Allah muhafaza, darbe olur.

Eeee? Kim o zaman?

Vecdi Gönül. Hem karısının başı açık. Başka? Abdüllatif Şener olursa CHP oy verecekmiş, o olsun. Ersönmez Yarbay? Hadi be! Şener’e gıcık olmuştur.

Saysam 7-8 çıkar. Ak Parti’de o sene Cumhurbaşkanlığına münasip görülen.

Münasip görülenler mahdut. Kendini münasip görenler namütenahi. Adını işitmediğimiz kaç küskün var kimbilir.

Bu çok ciddi bir tartışmaydı ve üzerinde çok mesai sarfedildi.

Başbakan Erdoğan, ‘Abdullah Gül’ deyince, ‘düşük profil’ lafı kesildi.

(Bu karara Bülent Arınç’ın katkısı oldu diye hatırlıyorum.)

Köpük köpük Cumhuriyet mitingleri. Ordu göreve, muhtarlar göreve, rektörler göreve, ne kadar sıkıntılı adam, umarsız kadın varsa herkes göreve!

Yani, Necdet Sezer gibi bir tip bulup reisicumhur yapmazsanız haliniz harap.

‘367 mucizesi’ni tabii ki hatırlarsınız.

Mehmet Ağar ve Erkan Mumcu, partilerini meclise soksalar, şeytanın oyunu bozulacak.

Ama, adamlarda akıl çok!

25 Nisan 2007. O zamanki YÖK Başkanı Teziç’e güya bir saldırı yapıldı.

Bir adam, YÖK’ün orda havaya ateş etti. Bir acayip gerilim.

Erkan Mumcu fena olmuş.

O zamana kadar, Meclis’e girecek diye biliniyordu. Suratı nasıl bozuktu. Hiç kimse, Erkan’ı o günkü kadar esmer görmemiştir.

Ne Ağar girdi Meclis’e, ne Mumcu.

27 Nisan’da birinci tur.

Abdullah Gül 357 oy aldı.

Baykal’ın CHP’si oturumu Anayasa Mahkemesi’ne verdi.

Aynı gün, 27 Nisan. Genelkurmay, internete, hükümete ayar vermek maksadıyla bir bildiri koydu. Her şey üstüste.

‘Her yerde hazır ve nazırız, her an darbe yapmaya müsaitiz’ kıvamında bir bildiri. Kutlu doğum bile var bildiride.

Aman Ya Rabbi! Ne mübarek bir bildiriymiş. Solcular, ne hasretmiş darbe kokusuna! Nefesleri açıldı, dizlerine can geldi, çeneleri düştü. Dır dır dır dır dır....

Başbakan Erdoğan, ertesi gün verdi ağızlarının payını. Cemil Çiçek’in lisanıyla dedi ki, ‘sen, bana bağlı bir kurumsun, vırt zırt bildiri yayınlamak senin işin değil, işine bak.’

Ecevit gibi, Demirel gibi, pısması lazımdı, pısmadı. Ezber bozuldu.

3-4 gün sonra, Anayasa Mahkemesi, ‘vazifesi’ni yaptı, Gül’ün aday olduğu oylamayı iptal etti.

(O günlerde bir şey daha oldu. ‘Eski Türkiye’yi bitiren şey, odur. Bu parantez birazdan açılır.)

Sonra 22 Temmuz 2007 seçimleri.

27 Nisan muhtırasını, Cumhuriyet mitinglerini, ‘ordu göreve’leri, ‘karısı başörtülü olan köşke çıkamaz’ safsatalarını çöpe atan seçim. Herkes düzeldi.

Ak Parti, istediği herkesi Cumhurbaşkanı adayı gösterebilir.

Erdoğan’ı bile.

Çünkü yüzde 50’ye dayandı oylar.

O günlerde az telaffuz edilen ama çok gerçek olan bir sual vardı. ‘Abdullah Gül yeniden aday mı, değil mi?’ 

Erdoğan feragat etti. Aday olabilirdi, psikolojik veya politik bir engel kalmamıştı. ‘Olması gerekir’ diyenler de noksan değildi. Ama olmadı.

Gül’ü aday gösterdi.

Ve Meclis, Gül’ü Cumhurbaşkanı seçti.

İyi bir dönemdi. ‘Eski rejim’in, ‘kıtipiyöz’ üslubu veda etmişti. Gül, -bizim bildiğimiz- en iyi Cumhurbaşkanıydı.

Ve bugünlere geldik.

Şimdi tanık olduğumuz şey ne biliyor musunuz? Hadi o ‘parantez’i açalım.

Hani o kasvetli günlerde, meclisten bir anayasa maddesi geçti. Referanduma kaldı. Referandumdan da ‘evet’ çıktı.

Neydi o?

‘Cumhurbaşkanı halk oyuyla seçilir’ maddesi.

Bence, ‘başkanlık sistemi’ dediğimiz şey, o anayasa maddesinin içinde ‘mündemiç’tir. Ve, biz o günlerde farkına varamadık, galiba, Türkiye’yi, o madde şekillendiriyor.

Bu sözü biraz daha açmamız lazım.

Başbakan Erdoğan, zamanında ‘tartışın’ dedi. Herkes, ‘başkanlık’ sistemini ‘siyasi manevra’ gibi yorumladı. Ciddi tartışmadı.

Halbuki, Sezer’in Ecevit’e fırlattığı anayasa değil o... Çok değişti.

İçinde ‘halk seçecek’ maddesi var.

Sen istediğin kadar diren. Ekmeleddin bey kaç fırın ekmek yerse yesin, fayda yok.

Sezer’i klonlasan, yine geri dündüremezsin.

O madde kitapta durduğu gibi durmaz.

Değiştirir.

Göreceksiniz, herkesin hayatı değişecek.

Ters olacak biraz. Teori, pratiği takip edecek.