Neydi o 2 Mayıs 1999 günü yaşadıklarımız? Adaylık başvurusundan seçim kampanyalarına, milletvekili seçilmiştir mazbatasına kadar her aşamada “başı örtülü” olan Merve Kavakçı’nın Meclis’teki yeminine gelince sıra... Kopartılmıştı kıyamet... Provokasyondan had bildirilmeye vatandaşlıktan çıkarılmaya kadar inanılmaz bir lince maruz kalmıştı Merve Kavakçı ve onun nezdinde tüm mütedeyyin kadınlar... Merve’den sonra peruklar bile “ideolojik olanlar” ve “olmayanlar” şeklinde ikiye ayrılmıştı. “Makyajsızlık”, “dans etmeme”, “gece hayatına ve balolara katılmama” bile, kadınlar üzerinden kocalarına yüklenen önemli fişlenme gerekçelerindendi... Kadınlar ve kadınlıklarımız üzerinden bizlere yaşatılan o karanlık kabus dolu günler, çok şükür geride kaldı...
Dile kolay 1968’den beri süren bir derin yasaktan bahsediyoruz. Dolayısıyla bu konunun muhatap itibariyle “örtülü kadınlar”dan ibaret olduğunu düşünmüyorum. Çünkü toplum, kızları ve anneleri üzerinden hep birlikte yaşıyordu bu cezalandırılmayı, yabancılaştırılmayı, uzaklaştırılmayı... Aşikar bir adaletsizlik, pervasız bir ayrımcılık olan bu durum, ne yazık ki ülkemizde dizayn edilmiş dayatmacı vesayetin ağır gölgelerinden, yüklerinden birisiydi. Sadece son 14 yılda aldığımız mesafe bile, genel anlamıyla Türkiye’nin Demokratikleşme serüvenini özetleyecek bir haldedir.
Bunun iktidarca kurgulanmış bir seçim yatırımı olduğunu da düşünmüyorum. Birincisi iktidar partisinin zaten mağduriyet söyleminden gelebilecek oylara ihtiyacı yok. İkincisi ve daha insani olanıysa Tayyip Erdoğan, Abdullah Gül, Bülent Arınç gibi tepedeki isimlerden, tabandaki gerçek ve isimsiz kişilere kadar herkesten de dinleyebileceğiniz kişisel hüzünler, ödenmiş ağır bedeller, yarım kalmış umutlar, kör makaslarla kırpılmış imkansız hayaller ve dopdolu kırgınlıklarla... Başörtüsü yasakları, seçim yatırımı değil, hayatın apağır bir rutini halindeydi... Ben, dün nefes bile almadan seyrettiğim meclis oturumunda biteviye akan gözyaşlarıma engel olamadım mesela, bu uğurda her şeye göğüs gererek onurlu bir hak mücadelesi verip de bugünleri görememiş nice arkadaşımı da hatırladım.
Bu yüzden Pervin Buldan’ın konuşmasını; kadınlar ve binbir çileyle verilmiş sabırlı mücadeleye yaptığı saygı dolu vurguyu çok önemsedim. Ruhsar Demirel’in başörtüsü yasaklarını “mobbing” olarak değerlendirdiği ve “mahremiyet” bahsiyle ifadelendirdiği; “kişisel hayatın onuru ve dokunulmazlığı” vurgusu, entelektüel bir cevaptı yasakçı zihniyete. Şafak Pavey’se üzgün ve şaşkınım ama tam bir hayal kırıklığıydı. Kendisinden beklediğimiz demokrat seviyeyi tutturamadı diğer kadın vekillerle kıyaslandığında. Aslında Şafak’ın talihsizliği CHP’nin içinde canhıraş bir şekilde süren ulusalcı/demokrat kanatların yol açtığı patolojiyle de ilgili. Bir yanda CHP adına “var olmaya çalışıyoruz”a kadar indirgenmiş bir mağduriyet söylemi, diğer yanda “ülkeyi biz kurduk” şeklindeki merkeziyetçilik iç içe geçince, Şafak Pavey’in paradoksal söyleminden en ağır darbeyi de Atatürk almış oldu maalesef...
Meral Akşener, Meclis Başkanı olarak dirayetle idare etti gerilimi yüksek oturumu. 29 Ekim’deki Çankaya Resepsiyonunda Haccını tebrik ederken de söylemiştim kendisine. “Başörtüsü size çok yakıştı” diye. Bunun kul ile Rabbi arasında çok hususi bir durum olduğunu, kalben ve inanç yönünden hiçbir sorunu olmadığını ve fakat kendisinin buna henüz hazır olmadığını ifade etti. Ben onun başörtülü resmini gazeteden kesip defterinin arasına koymuş, halktan birisi olarak, bu sorumun ona bir tür hayat baskısı kurmak olmadığını da biliyorum. Hacerülesvedi selamlamış sağ avucunun içini öptüm, Allah kabul etsin dedim. Vakti zamanında darbeci generallerin yağlı kazığa oturtmakla tehdit ettiği bu cesur kadının, Allahtan gayrısına eyvallahı olmayacağını elbette biliyorum. Gerilimli geçeceği beklenen oturuma riyaseti de bir kadın gerçekleştirdi TBMM’de...
Neticede kadınlar adına da ülkemiz adına da önemli bir merhaleyi daha geride bıraktık. Hayırlı olsun...