Kýyametimiz bizden sorulur

Uzun zaman sonra kaliteli bir bilimkurgu seyretme þansýna sahibiz. Tom Cruise’un baþrolünü oynadýðý Oblivion’un kadrosunda Olga Kurylenko ve Andrea Riseborough gibi iki güzel yýldýz da yer alýyor.

Tom Cruise her proje için riskli bir tercih çünkü çok popüler olmasý filmin gerçekliðine zarar veriyor. Fakat Oblivion’un yönetmeni Joseph Kosinski o kadar sýradýþý bir isim ki bütün bu dezavantaj olabilecek durumlarý avantaja çevirmiþ. Bilimkurgu, riskli bir tür. Hayali bir dünyayý olabildiði kadar gerçek zemine oturtup film yapýyorsunuz. Uzaya çýkan insanlarý öyle gerçek duygular ve kimliklerle donatmak zorundasýnýz ki seyirci filmle özdeþleþebilsin. Kosinski’nin ismi burada öne çýkýyor çünkü onun kafasýnda farklý bir evren var. Bunu ilk filmi Tron’da izlemiþtik. Beyaz, pürüzsüz, parlak ve fazlasýyla steril mekanlardan oluþan Tron dünyasýný bu son film Oblivion’da da görebiliyoruz. Üstelik kýyamet sonrasý bir dünyadan bahsettiðimizi söylemeliyiz. Nükleer bir felaketten sonra neredeyse yok olmuþ bir dünya ve þehir kalýntýlarý... Bütün bunlar nasýl steril bir þekilde verilir? Yönetmenin estetiði bu filmi oyunculuklarý veya hikayesinden de daha çarpýcý bir hale getiriyor.

BAÞROLDE OBLIVION

Filmin konusunu özetleyelim: Kendi gezegenlerini mahveden Scavslar dünyayý istila etmek isterler. Haliyle insanlar buna karþý koyar. Ellerindeki tek þey nükleer silahlardýr. Bu savaþ sýrasýnda Scavslar ‘ay’ý yok eder, bunun da dünya üzerinde büyük etkileri olur. Depremler ve tsunamiler hayatý yok olma noktasýna getirir. Bir de uzaylýlara karþý insanlarýn kullandýðý nükleer silahlar dünyayý iyice yaþanýlmaz hale getirir. Satürn’ün uydusu Titan artýk gidilecek tek yerdir... Filmin ilk yarýsý boyunca bu üst hikayeyi seyrediyoruz. Fakat film sürprizlerini ikinci yarýyla ortaya koymaya baþlýyor. Konu, Tom Cruise’un canlandýrdýðý karakterin üzerinde dönse de filmin odaðýný garip bir þekilde Cruise kaplamýyor. Saðlam bir hikayenin kim oynarsa oynasýn filmin odaðý olabileceðini kanýtlýyor bu yapým. Ünlü aktörler küçük oyunculuklar sergiliyor. Baþrol oyuncusu bile yan karakter gibi duruyor çünkü öykünün kendisi baþrol... Özellikle Ted bilgisayar tabanlý bir süper beyin ve bu haliyle yönetmenin 2001 Uzay Yolu Macerasý’ndan ne kadar etkilendiðini görüyoruz. Gönderme yapýlan tek film de bu deðil. Maymunlar Cehennemi de kendini belli ediyor yýkýlmýþ medeniyette. Filme dair tek eleþtirim ise yönetmen senaryoyu uyarlarken izleyiciye fazla yükleniyor. Birçok baðlantýyý seyirci kendisi yapmak zorunda kalýyor.

Alt metinler ise final ile tamamen deðiþiyor. Onun için yazýnýn bundan sonrasý spoiler içerir; dikkat diyorum! Film, bir buðday tarlasýnda yatýp evine bakan kadýn portresinin gösterilmesiyle sona eriyor. Bu da insana, her ne kadar makinelerle hayatýmýzý yaþanýlýr kýlarsak kýlalým, doðayla bütünleþmenin en büyük içgüdümüz olduðunu gösteriyor. Bilimkurgu, teknoloji ile insan arasýndaki savaþý iþler. Teknoloji arttýkça insanlýðýmýz azalýr, sonunda da insanlýðýmýzý geri kazanmak için kendi yarattýðýmýzla savaþýrýz. Ve bütün bu temalar günümüzden daha çok Soðuk Savaþ döneminin teorileridir. Ama ne yalan söyleyeyim bilimkurgunun özünü bu tema oluþturuyor ve ben bunu çok seviyorum!