Kızlar Kusura Bakmayın, Sen de İsmail Abi...

İsmail Kılıçarslan çok güzel bir yazı kaleme almış. Başlığı “Neşeli dindar kızlar, mutsuz İslamcı delikanlılar”.

Kıyaslama yoluyla genç delikanlıların geride kaldığı bir yarışı anlatmış zarif bir dille. Sanıyorum genç kızları ve genç kadınları yüreklendirmek istemiş biraz da, “Haydi hanımlar, size daha çok ihtiyaç var!” demiş. Katılmamak mümkün değil.

Bu yazıya cevap yazmak, bu topa girmek de riskli bir tercihti. Ama içimde bir korku “yaz” dedi. Başka şeyler de söyledi elbette bu korku. Şimdi o korkuya kulak verelim.

Gençlerimizin, kadın ve erkek ayırt etmeksizin, Bahçeli tabiriyle “alayının” durumu vahim. Ve bu gençlik denen şey de öyle bir şey ki, onlara “Siz diğerlerinden daha iyisiniz” demeye gelmiyor. Bütün o eksiklerini, kusurlarını unutuveriyorlar.

Yani kızlara, siz erkeklerden daha iyisiniz demesi İsmail Kılıçarslan’ın, aslında “Siz iyisiniz” demek değil zannımca. “Kötünün iyisisiniz” demek.

Kızlar, erkekler, hanımlar, beyler, kardeşler;

Çok eksiğiz, çok kusurluyuz, çok gerilerdeyiz.

Okumakta gerilerdeyiz,

Mücadelede gerilerdeyiz,

İdeloloji üretmekte gerilerdeyiz,

Tarihi “Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’u fethettiği tarihten” ibaret bilmekle ve sadece fethettiği yaşta olmanın övüncüyle gerilerdeyiz.

Büyükler zor zamanların, çileli günlerin hakkını verdi ama biz kolay zamanların, güzel günlerin imtihanını veremedik.

Konforun imtihanı zorluğun imtihanından kat be kat zor.

Fakirken cömert olmak kolaydır, zor olan zenginken cömert olabilmek.

Sınava girmeden önceki gece Eyüp Sultan’da sabah namazına gitmek kolay, zor olan mezuniyet gecesinde gidebilmek.

Nargilede iki tarafın da birbiriyle nasıl kıyasıya yarıştığının en büyük şahidi közcü çocuk olsa gerek, bir de ona sormalı. Mekanlar tıklım tıklım, kafelerde sanki bütün hedeflerine ulaşmış ve en yakın rakibine tur bindirmiş bir ülkenin çocukları var. Buna karşılık kütüphaneler finallere iki gün kala girilen ve finallerden sonra arkaya bile bakmadan kaçılan “eski moda” mekanlar oluverdiler.

Evet, konferanslarda ağırlıktasınız kızlar, ona diyecek bir şey yok. En önde oturanlar da sizsiniz, en çok not tutanlar da. Zaten okuldayken de çok iyi not tutardınız, biz de hep sizden alıp fotokopi çekerdik. Peki o zaman niye hala mecliste bu kadar azsınız? Niye dernekleri siz yönetmiyorsunuz? Dahası partilerin ana omurgası dururken neden kadın kollarındasınız ki?

Kusura bakmayın ama icraata geçecek olan sizlersiniz, mücadele edip mecliste de, derneklerde de daha etkin yer alacak olan sizlersiniz.

“Kadınlara daha çok yer açılsın, kadınlara daha çok imkan verilsin” sözü kadar size zarar veren başka söz bilmiyorum. Evet, erkekler erken tutmuş olabilir köşe başlarını, ama söz hakkını erkeklerden isteyerek onların oranını yakalayabileceğinize gerçekten inanıyor musunuz? Siz hakları erkeklerden istiyorsunuz, sahi erkekler haklarını kimlerden istediler de aldılar?

Velhasılı ne kızlar, ne erkekler gönül rahatlığıyla söylenecek bir “Helal olsun size”yi hak etmiyor şuan.

Her bir genç, her bir kız kardeş ya da erkek kardeş, sanki en son kendisi kalmışçasına mücadele etmek zorunda. Ötesi yok.

Kendisi düşerse savaş kaybedilecek gibi inanmak zorunda, gerisi boş.

Bu davanın sancaktarı gibi görmek zorunda kendisini, o ayakta durmazsa sancak yere düşecekmiş gibi düşünmek zorunda, başka çare yok.

Takım elbiselerle, çakarlı siyah makam arabalarında gezen gençlerin ne siyasete, ne sosyal hayata, ne sivil topluma faydası var. Derhal takım elbiseleri çıkartmak, tişört giyip yeniden genç olmak zorundalar, bir an evvel AKBİL’lerini fulleyip hayatın içine karışmak mecburiyetindeler.

Konfor içinde yapılan bir mücadele, kendini kandırmaktan ibarettir.

Yeni söylemler üretmek zorundayız, Necip Fazıl’ın “Gençliğe hitabe”sini, gençlik organizasyonlarında açılışlarda okuyup sonra bildiğimizi okuya okuya tükettik. Anlamını değil, coşkusunu verdik gençlere, zayi ettik, ziyan ettik.

Şimdi yeni şeyler söylemek zorundayız.

Sadece kendi düşünce yapısındaki gençlerle konuşan değil, her fikirden insanla tartışabilen, ona bir şeyler aktarabilirken ondan da bir şeyler öğrenebilen gençler gerek.

Sadece kendi inandığı değerleri ve o değerleri besleyen kaynakları okumayan, karşıt görüşleri de en az o görüşleri savunanlar kadar bilen gençler gerek.

Ayrılıkçılığı, kavgayı değil uzlaşmayı körükleyecek, gençliğin ferah, dogmalardan uzak berrak zihninin hakkını verebilen gençler gerek.

Haydi geçtim başka ülkelerin tarihlerinden, Türkiye’nin Cumhuriyet öncesi dönemini, Cumhuriyet dönemini ve sonraki doksan küsür yılını okuyan ve bu dönemlerde neler yaşandığını bilen gençler gerek.

Daha çok konferansa katılan genç lazım değil bize...

Konferanslara, “CV’me bir sertifika daha eklerim” diye değil, yeni bir vizyon, yeni bir ufuk açmak için giden gençler gerek.

Daha çok dil bilen genç lazım değil bize...

Yeni bir dili, işe girerken kolaylık olsun diye değil, yepyeni bir dilin kültürel hazinesinden eserler okuyabilmek, yepyeni bir coğrafyanın insanlarıyla anlaşabilmek için öğrenen gençler gerek.

Okulunu dereceyle bitiren değil;

Okuduğu okuldan, çevresinden, hocalarından, akademik hayattan en dolu şekilde beslenmiş, kendisini kültürel açıdan zenginleştirmiş, iz bırakan bir öğrenci olmayı hedefleyen gençler gerek.

Son model telefonun bir üst modeli çıktı da en yakın “kankisi” aldığı halde kendisi alamadı diye ağlayan, hüzünlü tweet’ler atan değil, konuştuğundan fazla dinleyen, dinlediğinden fazla düşünen gençler gerek.

Daha çok dernekçi, vakıfçı değil;

Derneklere “Boş vaktim var, gider takılırım, üç-beş insan tanırım” düşüncesini bırakıp, ülkeme ne katarım, benim gibi parlak gençlerle fikirlerimi nasıl birleştirip aksiyona dönüştürürüm diyen gençler gerek.

Ve neredeyse bütün işi-gücü gençler olan, gençlik için yazıp çizen ve sürekli gençlerle içiçe olan biri olarak bütün kalbimle söylüyorum ki, kızı-erkeği yok bu işin.

Herkes, bütün gençler, kızlar-erkekler derhal kendine gelmeli.

Ezberleri, ezberletilenleri unutup “Ben ne yapıyorum” diye düşünmeli.

Dünyaya hangi misyonla geldiğinden artık emin olmalı.

Ve unutmamalı!

Dünya yaşamak için kötü bir yer, ama bu kötü insanlar yüzünden değil, buna engel olmayan iyi insanlar yüzünden.

Yani kötü bir şey yapmamak yetmiyor, iyi bir şeyler yapmak da zorundayız!

Firavuna karşı olmak yetmiyor, Musa’nın da yanında olmak zorundayız!

Kimse gücenmesin, alınmasın.

Biz savaş kazanılsın isteyenlerden değil, savaş kazanılana kadar bütün gücüyle mücadele edenlerden olmak zorundayız.

Ve üstelik…

Son kalan asker bizmişiz…Ve...

Sancak bizim elimizdeymişçesine!