Koalisyon fikri, 2002’den bu yana sadece siyasi elitler düzeyinde buharlaþmadý, toplumsal kesimlerde de unutulan bir unsura dönüþtü. Bu durumda, AK Parti’nin girdiði bütün seçimleri kazanmasý kadar, vesayet rejiminin varlýðýnýn ‘toplumsal uzlaþma’ baþlýðýný çoðu kez anlamsýz kýlacak kadar ikincil bir soruna dönüþmesi de önemli bir rol oynadý.
Çünkü çatýþmanýn ekseni, özellikle 1980 sonrasýnda toplumsal kesimlerden ziyade, vesayet rejimi ile milletin -farklýlýklarý- arasýnda cereyan etti. Ve, vesayet rejiminin kalktýðý veya ciddi anlamda zayýfladýðý bir senaryoda toplumsal farklýlýklarýn nasýl sinerji içerisinde olacaðý konusunda Türkiye’nin cüzi bir tecrübesi bulunuyor.
7 Haziran’ýn bu anlamda oldukça gecikmiþ ve ham olan toplumsal uzlaþma sorununu tek baþýna halletmesini beklemek gerçekçi deðildir. Salt Meclis aritmetiði üzerinden böylesi büyük bir toplumsal ve siyasal sorunun tamir edilmesi de ayný þekilde naif bir beklentidir. Buna raðmen, 7 Haziran’ýn önemli bir baþlangýç olduðunu da kayda geçirmek gerekiyor. Vesayet rejiminin karþýsýnda durarak veya nemalanarak var olan aktörlerin, toplumsal uzlaþma için geliþtirmeleri gereken yazýlým için zamana ihtiyaç bulunmaktadýr.
7 Haziran’dan bu yana, Meclis aritmetiði üzerinden toplumsal uzlaþma giriþiminin ilk iflasý ‘%60 bloku’ giriþimiyle yaþandý. %60 bloku, yukarýdan aþaðýya doðru ‘uzlaþma’ yaklaþýmýydý. Taban(lar)ýn refleksi böylesi bir ‘ortaklýk’ için hazýr olmadýklarýný ortaya koyduðu gibi, siyasi elitler düzeyinde de siyasal mühendisliðin iþlevsiz olduðu görüldü.
Benzer durum varlýðýný koalisyon görüþmelerinde de sürdürdü. Bir yönüyle özellikle muhalefet partileri, vesayet rejiminin yokluðunda kurduklarý çatýþma ekseninin maliyetiyle karþý karþýya kaldýlar. AK Parti’yi meþru bir rakip olarak görmek yerine, varlýðýyla problemli olduklarýný ilan ederek ‘þeytanlaþtýrmayý’ tercih ettiler. Bugün bir koalisyon kurulamamasýnýn temelinde de bu þeytanlaþtýrmanýn oluþturduðu hafýza bulunmaktadýr.
7 Haziran’dan bir koalisyon çýkýp çýkmamasýndan daha önemlisi, yeni bir dönemin açýldýðýnýn fark edilmesi olabilir. Vesayet rejimi kaynaklý çatýþma ekseninin iyice zayýfladýðý bir ortamda ise siyasal partilerin çatýþma ve toplumsal uzlaþma sorunlarýný çözmekte kendi baþlarýna olduklarýný fark etmeleri gerekiyor. Ayrýca, bu yüzleþme sýrasýnda AK Parti þeytanlaþtýrmasýnýn oluþturduðu toplumsal tortularýn iþleri kolaylaþtýrmayýp, týkayýcý vazife ifa ettiðini anlamalarý gerekiyor.
Milenyum sonrasýndaki bütün seçimlerde tahkim edilen neticelerden birisi de, muhalefete dair genel Türkiye siyasetinde yapýsal bir deðiþim anlamýna gelecek bir sonucun ortaya çýkmamasýdýr. Bu durumun muhalefetteki siyasi partilerin önce iktidar, ardýndan da farklý dozajlarda inþacý bir siyasetten uzaklaþmalarýna da yol açtý. Özellikle 2007 sonrasýnda siyasetten uzaklaþmanýn maliyetini, toplumsal uzlaþýnýn ciddi anlamda hýrpalanmasýyla telafi etmek gibi felâket bir tercihte bulundular. AK Parti düþmanlýðý ve varlýðýna tahammülsüzlükle baþlayan süreci, ilerleyen yýllarda tamamen kiþiselleþtirerek ‘Erdoðan nefretine’ dönüþtürdüler.
7 Haziran’dan, bu þeytanlaþtýrmanýn oluþturduðu toplumsal uzlaþmazlýk alanlarýný tek seferde koalisyonla tamir etmesini beklemek gerçekçi deðil. Gelinen noktada ise tabandan tavana doðru akacak bir normalleþmeye ihtiyaç var. Birçok baþlýk ve unsur sayýlabilir ama Türkiye siyasal coðrafyasý ve toplumsal omurgasýný taþýyan AK Parti’ye dair muhalefetin zihinsel bir normalleþme yaþamasý elzemdir. Ancak böylesi bir süreç sonrasýnda ‘siyasi elitlerin ortaklýk giriþimlerine’ toplumsal tabanlarý çimento olabilir.