Komediye tahammül gerek

2010’dan bu yana yargý aktörlerinin icra ettikleri komedilere hasret kalmýþtýk. Barolar Birliði Baþkaný’nýn son konuþmasý 20. yüzyýlýn gerici ideolojilerinden birini komedi biçiminde de olsa dinlenmesini saðlamasý bakýmýndan baþarýlý bir konuþmadýr.

Bu haftaki yazýmda uluslararasý düzenin demokratikleþtirilmesini ele almayý düþünürken, Barolar Birliði Baþkanýnýn adli yýl açýlýþ konuþmasýna Cemil Çiçek ve Sadullah Ergin’in verdikleri tepkiler planýmý bozdu.

2010’dan bu yana yargý aktörlerinin icra ettikleri komedilere hasret kalmýþtýk. Komedi toplumu rutinden uzaklaþtýrýr. Büyük travma yaratmýþ figürleri karikatürize ederek onlardan öç alýr. Bunu yaparken de toplum saðlýðýna katký saðlar. Örneðin Hitler’in holokostu gerekçelendirirken “insanlýðýn selameti, barýþý, huzuru ve özgürlüðü için bunu yapýyoruz” demesi veya toplama kamplarý giriþine “çalýþmak özgürleþtirir” ifadesini kondurmasý, Arendt’e müracaat etmeyelim, biraz da komik deðil mi? Charlie Chaplin’i hatýrlayalým, kötü mü yaptý?

Çiçek ve Ergin’in itirazlarýný bu yüzden yadýrgadým doðrusu...

Ýtiraf etmek gerekir ki, konuþma rafine bir konuþmaydý. Yanlýþ gözlük takanlar komedi boyutunu atlayabilir, naifler ise konuþmada geçen “özgürlük, demokrasi, adalet” gibi dolgu malzemesini konuþmanýn esasý sanabilir.

Ýlk hedef çaðdaþlaþtýrma

Konuþma, sanattan uzak hukukçu ve idarecilerin çaðdaþlýk yolunda ilerlemeyi saðlamayacaðý bilgisiyle baþlýyor. Hukukçu ve idarecilerin çaðdýþý (!) olan Türkiye toplumunu çaðdaþlaþtýrma misyonu devam ediyor. Önce zaman tüneline sokuluyoruz. Komedinin önce sarsmasý gerekiyor!

Savunmaya yüklediði misyon muhteþem: Ýnsan haklarýný insanlarýn kullanýmýna sunmak! Normalde buna mesleki þovenizm de diyebiliriz. Zira insanlar genelde intisap ettikleri meslekleri hayatýn merkezine yerleþtirirler. Hele o kurumda en üst pozisyonlardan birini iþgal edince bu eðilim daha da belirginleþir. Ne var ki insan haklarýný insanlarýn kullanýmýna sunmak devletin temel görevidir. Ama avukatlara, meslek kurallarýnýn ötesinde misyonlar yüklenirse, avukat, ister istemez kendini polisin, hakimin, savcýnýn, giderayak siyasetçinin ve parlamentonun yerine koymaya baþlar. Ama modern toplumlarda bu davranýþ biçimleri, ne kadar iyi niyetli olursa olsun, meslek kurallarýna aykýrý davranýþ olarak tasnif edilir ve gereði yapýlýr. Prefaþist ideolojiyi yeniden tesis etmek için meslek araçsallaþtýrýldýðýnda sonuçlar çok nettir. Bu durumda baronun “savunmaya baský var” demesinin anlamý yok. Ama olsun, Türkiye’de bu tür davranýþlardan özgürlükçülük etiketi devþirmek ciddiye alýnmasa da, eðlenceli.

Yeni Ýç Hizmet Kanunu

Diðer bir sürpriz de Avukatlýk kanununun 76. ve 110. Maddelerine  yapýlan atýfta saklý. Buna göre TBB’nin görevi “Hukukun üstünlüðünü ve insan haklarýný savunmak ve korumak”. TSK Ýç Hizmet Kanunu 35. Madde de farklý deðildi ki? Barolarýn kendi mesleki sorumluluklarýnýn gereðini yerine getirirken dikkate almalarý gereken ilkelerden hareketle, demokratik siyasete raðmen böyle bir misyon vehmi içine giremeyecekleri, bunun niteliksel olarak darbecilikle ayný mantýktan beslendiði itirazýnda bulunabilirsiniz. Hatta ayný maddedeki “barolarýn kuruluþ amaçlarý dýþýnda faaliyette bulunma yasaðý”ný da hatýrlatabilirsiniz. Ama biraz da rahat olmak gerekmez mi?

Peki ya hukukun üstünlüðüyle ilgili referanslar? Ulusal ve uluslararasý hukuk açýsýndan kaynak sadece verili düzen normlarý. Bakýyorsunuz 1982 Anayasasýnýn prefaþist ideolojik çerçevesi içinde kalmak, hukukun üstünlüðünün bir gereði oluveriyor. Ardýndan bu çerçeveye asla dokunulmamasý uyarýsýný duyuyorsunuz. Muhterem, “hukuk” derken New Orleans, Tübingen, Napoli v.s. sokaklarýnda gezen sýradan bir vatandaþýn anladýðý þeyi kastetmiyor. Kastettiði þey Sisi, Esad veya Kim Yong Un’un, hadi çok uzaklarda dolaþmayalým, Mahmut Esat Bozkurt’un, Recep Peker’in ve uzantýlarýnýn kastettiði þeyden çok farklý deðil. Bu kadarý sadece komedi olabilir.

27 Mayýs Demokrasisi

Milli irade konusundaki açýklamalarý da hoþ. 27 Mayýs darbecilerinin ürettiði sloganlarý, hafýzasý henüz dumura uðramamýþ onlarca kiþiye “sarsýlmaz bir özgüvenle” Dünya ve Türkiye tarihinin gerçekleri olarak anlatmasý takdire þayan. Çoðunluðun egemenlik yetkisini kullanmasý, çoðunluðun azýnlýða tahakkümü anlamýna geliveriyor. Çoðunlukçu demokrasileri demokrasiden saymýyor. Çoðulculuðu da “sandýðýn” 1982 Anayasasýnda ifadesini bulan “cumhuriyetin temel nitelikleriyle” sýnýrlýlýðý olarak sunuveriyor. Yani sandýk her þey deðil, her þey olan “Cumhuriyetin temel nitelikleri”, hani þu deðiþtirilmesi teklif dahi edilemez olanlarýndan. Bu kadar demokratlýðý Mahmut Esat Bozkurt dahi yapabiliyordu. Onun bir Alman tarihçinin ifadesine getirdiði yorumu hatýrlayalým. Çoðulculuktan kastý da, 27 Mayýsta olduðu gibi sadece kurumlar çoðulculuðu... Ama kabul edelim, ortada saygý duyulmasý gereken bir maharet var.

Rafine objektiflik görüntüsü

Mesela Mýsýr’ý kýnarken, oradan aldýðý meþruiyet manivelasýyla, gezi olaylarýný meþrulaþtýrma ve o olaylara müdahale eden hükümeti mýsýr darbecileriyle paralel deðerlendirme çabasýna þapka çýkarýlýr.

Yine Sudan, Mýsýr, Suriye ile birlikte Türkiye’yi anýp, gösterileri ve müdahale eden aktörleri de aynýlaþtýrarak “objektif” bir þekilde kýnama giriþimi de þapka çýkarýlasý cinsten. Türkiye kötüleniyor ya da Mýsýr ve Suriye paklanýyor. Aslýnda her ikisi birden...

Hele 27 Mayýs darbesinin ardýndan Mendereslerin idamýyla neticelenen “Yüksek Adalet Divaný” etiketli cüppeli çete faaliyeti ile balyoz ve Ergenekon gibi davalarý eþitleme çabasý mizah ile müstekrehlik çizgisinin karýþmasýna yol açsa da, burada bir “sanat” olduðu inkar edilemez.

Ardýndan inkýlap tarihi bilgisinin saðladýðý o mucizevi aydýnlanmayla rehberin “bilim” olmasý gerektiðini vazediyor ve siyasete dýþ politika dersi vererek parodiyi tamamlýyor.

Ýtiraf etmek gerekirse, bu konuþma 20. Yüzyýlýn gerici ideolojilerinden birinin komedi biçiminde de olsa dinlenmesini saðlamasý bakýmýndan baþarýlý bir konuþmadýr. Öðretim üyeliði tecrübesiyle, C. Arcayürek’e nazaran bu iþi becerdiði açýk. Madam Tusseaud envanterinde yer almayý hakediyor.

Bence konuþma sonrasýnda herkesin bu beceriyi ayakta alkýþlamasý gerekirdi.

Barolar Birliði’nin prefaþist ideolojinin hizmetinde geçen 44 yýllýk tarihini “demokrasi, özgürlükler ve insan haklarý” bakýmýndan “onur” vesilesi olarak göstermesini de artýk ufak bir kusur sayýn.