Turgut Özal’ýn zehirlenerek öldüðü iddiasýnýn -Adli Týp araþtýrmasý aksini ortaya koyduktan sonra bile- bunca taraftar bulabilmesi biraz da toplum olarak komplo teorilerine düþkünlüðümüzden kaynaklanýyor galiba.
Komplo teorileri aslýnda birtakým sosyal ve siyasal geliþmelere iliþkin alternatif “açýklama modelleri”dir. Bazen akla ve mantýða, ama çoðu zaman kabullerimize ve beklentilerimize uygun geliþmeyen hadiseleri görünen sebeplerinden farklý sebeplere baðlama ihtiyacý duyarýz. Komplo teorilerinin çýkýþ yeri burasýdýr. Kimi durumlarda alternatif açýklama modelleri gerçeði bulma konusunda iþe yarayabilir. Çünkü paranoyak olmamýz takip edilmediðimiz manasýna gelmeyebilir. Ama karþýmýza çýkan her olayý ve her olguyu görünen sebeplerinin dýþýnda baþka gerekçelere baðlama ihtiyacý duymak pek saðlýklý olmasa gerektir.
Komplo teorilerini benimsemeye bizim toplumun baþka birçok topluma nazaran daha fazla meyilli olmasý, sosyal bilimcilerin kolayca izah getirebilecekleri bir durum.
Bizim toplumumuz yakýn dönemde dünyada örneði çok az görülebilecek yoðunlukta geliþmelere þahit oldu. Doðal yollarla gerçekleþtiðini kabul etmekte zorlandýðý büyük felaketlere maruz kaldý. Sözgelimi üç kýtaya hükmeden bir devlet kýsa sürede daðýldý. Bir avuç toprak kaldý elimizde.
Sosyal bilimcilere sorarsanýz, tarihin yasasý tecelli etti. Ýbn Haldun’un yüzyýllar önce gayet anlaþýlýr biçimde açýkladýðý üzere devletler de insanlar gibi doðar, büyür, yaþlanýr ve ölürler. Bir çevrim içinde bu süreç devam eder, gider. Diðer yandan tarihçilerin spesifik açýklamalarýna bakarsanýz Osmanlý devleti aslýnda epey uzun bir zaman önce canlýlýðýný devam ettirme kabiliyetini yitirmeye baþlamýþtý ve adým adým mukadder sona doðru ilerlemekteydi.
Aslýnda Osmanlý’nýn kaybettiði þey öncelikle rekabet kabiliyetiydi. Kapitalist üretim modeli sayesinde verimlilikleri artan, doða bilimleri alanýnda gerçekleþen ilerlemeler sayesinde sanayi devrimini yapan ve bunlar sayesinde geliþen askeri gücüyle sömürgeleþtirdiði ülkelerin kaynaklarýna el koymuþ olan batýlý rakipleriyle mücadelesini sürdürmesi her geçen gün daha da zorlaþýyor ve her geçen gün her bakýmdan biraz daha zayýflýyordu.
Ancak Osmanlý elitleri olup biteni seyretmekle yetiniyor deðillerdi. Onlar da bir çare arýyorlardý bu duruma. Bulunan çareler Tanzimat’tý, Meþrutiyet’ti, Vaka-i Hayriye idi, askeri okullarýn modernizasyonuydu ve nihayet Ýkinci Meþrutiyet’ti. Bunlar hiç iþe yaramadý diyemeyiz ama imparatorluðu eski heybetli günlerine döndürmeye deðil, olsa olsa ömrünü biraz daha uzatmaya yaradý.
Ne var ki galiba fazlasýyla gururlu bir millet olduðumuzdan güçsüz düþtüðümüzü, hele yenildiðimizi itiraf etmeyi izzetinefsimize yedirmiyoruz. “Almanlar yenildiði için biz de yenilmiþ sayýldýk” diyoruz.
Bu bizim yenilgi tanýmayan karakterimiz ayný zamanda derhal yeni bir baþlangýç yapabilme kabiliyetimizin de kaynaðý ve bu yönümüzle iftihar edebiliriz. Ancak baþýmýza gelenin ne olduðunu anlamaya çalýþmak yerine olmadýk sebepler ve mazeretler uydurma alýþkanlýðýmýz da ayný yerden neþet etmiþ görünüyor.
Anlatýmýzda “ana fikir” þu: Aslýnda devletimiz güçlüydü ama düþmanlarýmýz içimize sýzarak kaleyi içten ele geçirdikleri için kaybettik mücadeleyi... Bizdeki komplo teorilerinin hemen hepsi bu anlatýnýn varyantlarýdýr.
Mesela Osmanlýnýn zayýflama günlerinde devletin baþýna gelenleri Müslüman kökenli olmayan unsurlarýn (devþirmelerin) yönetime getirilmesine baðlayan “devþirme komplosu” son yüzyýlda Yahudi, mason ve dönmelerle ilgili komplo teorilerine dönüþmüþtür. Baþýmýza her ne felaket gelmiþse Yahudilerin veya masonlarýn eseri olmalýdýr!
Haluk Hepkon’un yeni çýkan “Jön Türkler ve Komplo Teorileri” kitabýnda yazdýklarýna göre toplumsal olaylarýn gerisinde Yahudi ve mason komplosu arama geleneði Fransýz Devrimi’yle baþlýyor. Devrimin toplumsal gerekçelerini kabullenmek istemeyen Avrupa’nýn muhafazakâr çevreleri bu iþin arkasýnda karanlýk bir komplo olduðu fikrine inanma eðilimindedirler.
Bu fikirleri savunan dergiler ve kitaplar ilk olarak o dönemde yayýnlanmaya baþlar. Yahudilerin, masonlarýn, tapýnak þövalyelerinin vb. dünyaya egemen olma planlarýna iliþkin bildiðimiz literatür bu sýrada ortaya çýkar.
Fransýz Devrimi’nin kendi toplumlarý üzerindeki etkisinden çekinen birçok devlet de bu türden komplo teorilerinin yayýlmasý için destek verir. En büyük destek ise Fransýz devriminden en fazla etkilenen Kilise’den gelmektedir.
Bizim tarihimize gelince, Jön Türklerle ilgili komplo teorilerinin doðuþu kendi baþýna bir “komplo” niteliði taþýyor. Hepkon’un kitabýnda kanýtlarýyla ortaya konulduðu üzere, “Yahudi ve masonlarýn kontrolündeki Jön Türk hareketi imparatorluðumuzu batýrdý” inanýþý özünde Ýngiliz istihbaratýnýn kurguladýðý bir anlatý.
Birinci Dünya Savaþý sýrasýnda Ýngilizler egemenlikleri altýndaki ülkelerin Müslüman nüfusunu Hilafetin de merkezi olan Osmanlý’ya karþý mesafeli tutmanýn hatta bunlarý Çanakkale’ye getirip savaþtýrmanýn yolunu böyle bulmuþlardýr.
1908 Devrimi’ne katýlan Ýslamcýlardan bir bölümünü “Bu ittihatçýlarýn arkasýnda Yahudiler var, masonlar var” diyerek Hürriyet ve Ýtilaf partisi çatýsý altýnda toplamanýn yolunu da böyle bulmuþlardýr.
Demek ki toplumsal veya politik hayatta komplolar yok deðil; ama bazen bir komplo teorisine inandýrýlmamýz da bir komplonun parçasý olabiliyor!