Komplocular kazanmasın istiyorsak...

Tamamen varsayıma dayalı bir soru soracağım; yazımın sorudan sonrasını okumadan önce biraz düşünmenizi isteyerek...

Sorum şu: Bir an için hükümetin iç ve dış kaynaklı bir komploya muhatap olduğunu düşünelim; acaba hükümete karşı çıkan, eleştiren, gitmesini sağlamak için çaba gösteren herkesi ‘komplocu’ saymalı mıyız? Köşelerinde yazılarıyla, gazetelerinin manşetleriyle hükümeti sarsmaya çalışan gazeteciler, önem verdikleri konularla ilgilenilmemesini eleştiren işadamları, her fırsatta sokaklara taşan kalabalıklar... Bunların hepsi ‘komplo’ içinde mi yer alıyor?

İşte sorum bu.

Kendilerine karşı ‘komplo’ kurulduğuna inananlar, genellikle, kendileri gibi düşünmeyen, eleştiri oklarıyla üzerlerine gelen, lâfını esirgemeyen herkesi, bunu neden yaptığını araştırma ihtiyacı duymadan, ‘komplo’ içerisinde yer almış kabul etme eğilimindedir. Bunu sözle veya yazıyla ifade etmeseler bile, hal ve tavırlarıyla, böyle düşündüklerini belli ederler...

Oysa bu tespit gerçeklerden çok uzaktır ve eğer sonunda karşı çıkanların bütünü sanki hep aynı yerden emir ve talimat alırcasına davranmaya başlarsa, iyi bilinsin ki, bu, biraz da yanlış tespitin yol açtığı bir vahim durumdur. ‘Komplocular’ böyle bir sonu hayal ederek oyunlarını kurarlar zaten...

Yakın tarihimizde yer alan olağandışılıkları gözünüzün önüne getirirseniz, ne demek istediğimi mutlaka anlarsınız...

Darbeler sözgelimi... 27 Mayıs 1960, 12 Mart 1971, 12 Eylül 1980 darbeleri hep zamanın hükümetlerini devirme amaçlı birer ‘komplo’nun sonucuydu. Ancak oyun kurucular biraz da ‘komplo’ya maruz bıraktıkları kişilerin hata yapmalarını hesapları içine katarak oyunlarını kurmuşlardı. 27 Mayıs öncesinde Menderes, 12 Mart ve 12 Eylül öncesinde Demirel daha farklı davranabilselerdi, tarihin gidişini tersine çevirebilir, komplocuların ellerini böğürlerinde bırakabilirlerdi.

27 Mayıs öncesinde Menderes seçim tarihini erkene alabilirdi sözgelimi... 12 Eylül öncesinde Demirel cumhurbaşkanlığı seçimi için CHP ile uzlaşma yoluna gidebilirdi. 28 Şubat’ta (1997) Erbakan şimdilerde Erdoğan’ın davrandığı gibi bir tavır sergileyebilirdi.

Sivas’ta, 2 Temmuz 1993 günü, bir grubun tahrikine gelerek Madımak Oteli önünde toplanan kalabalık içinde yer alanların bütünü ‘komplocu’ değildi elbette; tam tersine, çoğu ‘komplo kurbanı’ bile sayılabilir... O dönemde meydana gelen bir dizi olay 28 Şubat (1997) için birer dama taşı gibiydi. ‘Komplo’ oydu...

Darbecilerin darbelerden sonra pişmanlık duymalarının sebebi de budur. Onları da oyuna gelenler arasında sayabiliriz.

‘Komplo’ denilen oyunu birkaç kişi planlar, kalabalıkları onlar oynatır. Oynayanların büyük çoğunluğu ne tür bir oyunda figüran olduklarını fark etmez; hatta ‘komplo’ sonucuna ulaştıktan yıllar sonra bile...

Sözü fazla uzatmak istemiyorum: ‘Komplo’ denilen siyasi ayak oyunlarının başarıya ulaşmaması için, böyle bir oldu-bittiye maruz kaldıklarına inananların, kendi hareketlerine dikkat etmeleri, kararlarını her aşamada yeniden gözden geçirmeleri gerekir. En fazla önem vermeleri gereken de, herkesi ‘komplo’ içerisinde bilinçle yer almış insanlar olarak görmemeleri ve alışılmış davranış tarzlarının dışında tavır almayı da bilmeleridir...

Bazen direnmek, bazen de uyumlu davranmak bozar oyunu; direneceği düşünülen kişi uzlaşınca, uzlaşmacı bilinen direnince oyun bozulur...

‘Komplo’ var mı yok mu, bilemem bugün; ama —eğer varsa— oyunu doğru oynayanın kazanacağına eminim...