Adým adým ilerleyen bir süreç olmasýna raðmen, Ýran’la uluslararasý sistem arasýndaki bütünleþme, her nedense nihai aþamaya geldiðinde gündemimize girdi. Karar verici olmakla olamamak arasýndaki fark tam da burada. Sonuçlar üzerinden durum deðerlendirmesi yapýp harekete geçmekle, bizatihi süreci yönetip sonuçlarý yönlendirmek arasýnda böyle bir fark var.
Gelelim tüm bunlarýn üzerine Türkiye’de Ýran üzerine konuþmanýn ve tartýþmanýn zorluklarýna. Elbette herkesin kendi penceresinden Türkiye-Ýran iliþkilerini veya baþlý baþýna Ýran’ý konuþma hakký var. Ancak sýkça yaptýðýmýz gibi kendi penceremizden görüneni dayatma hakkýmýz yok.
Türkiye’de Ýran baþlýðý altýndaki her tartýþmanýn hem çok dar bir alanda, hem ideolojik yaklaþýmlarla, hem de körü körüne bir sevgi yahut düþmanlýk ekseninde devam etmesi, anlama ve analiz etme çabalarýnýn önüne geçiyor. Ne 1979’dan itibaren devrime sempati duyan ve bunu herþeye gözünü kapatýp devam ettirme çabasýnda olanlar; ne de uzun zamandýr Türkiye’nin içine çekilmek istendiði, ‘Sünni eksen’ gibi isimler altýnda piyasaya sürülen anlayýþýn sahipleri bize bu konuda yol gösterici olabilir.
Bir parantezle ifade edelim; Türkiye’deki Ýslami tecrübenin þekillenmesinde Ýran’ýn ve devrimin katkýsý, sanýlandan çok daha zayýf ve geçicidir. Ýslam dünyasýnda iki ayrý geleneði temsil eden iki ülke arasýnda böyle bir mesafenin olmasýnýn yadýrganacak bir tarafý da yok.
Türkiye ölçeðinde ve aðýrlýðýnda bir aktörün, bölgeye, dünyaya veya herhangi bir soruna bu tür yaklaþýmlar üzerinden bakmasý kabul edilemez. Kesin ve net bir tercihle bu kýskaçtan kurtulmak, bakýþ açýmýzý soðukkanlýlýkla yeniden þekillendirmek zorundayýz.
Ýran, sadece devrim sonrasýnda deðil, esasen tarih boyunca Þiilik kartýný çekinmeden kullanan bir özelliðe sahip. Ancak önce Lübnan ve Suriye, ardýndan Bahreyn ve Yemen gibi örnekler bize gösterdi ki, Þiilik, Tahran yönetiminin önemli nüfuz araçlarýnýn baþýnda geliyor. Sýcak örnekler, böyle bir yaklaþýmýn barýþa katký saðlamadýðýný yeterince göstermiþ olmalý hepimize.
Peki, olup biten bundan mý ibaret? Yani Ýran ve Þiilik üzerinden bunlarý söylediðimizde söz bitmiþ, konu açýklýða kavuþmuþ mu oluyor? Benim en temel itirazým burada baþlýyor. Nitekim bir önceki yazýda buna dair bazý deðerlendirmeler aktardým. Yukarýda aktardýðým görüþ sahiplerinden bir kýsmý ‘Ýran’ý övmekle’ diðeri ‘anlamamakla’ suçladý. Kendi payýma bu kýskaçtan kurtulmak gerektiðini bir kez daha ilan ederek iþin bu tarafýný kapatýyorum.
Söylediðim þuydu. Ýran dediðimiz zaman bir büyük medeniyetin devamýndan, onun hali hazýrda canlý olan ve entelektüel hayatý ayakta tutan, besleyen damarlarýndan söz ediyoruz. Bugün Tahran’ýn dünyayla yaptýðý pazarlýkta elini güçlü kýlan unsurlarý doðru anlamak, felsefeden edebiyata, sanattan diðer alanlara kadar nasýl bir zenginliðin devam ettiðini görmek; yazýk ki tersine bizde saydýðým alanlarda sürekli bir geriye gidiþin varlýðýný kabullenmek, gidiþatý deðiþtirmek için önemli bir çýkýþ imkaný verebilir.
Bu konuya devam edeceðim. Üstelik çoðumuzun bir hayli canýný sýkacak örneklerle. Þimdilik, kim bilir kaç kez yazdýðým bir hususun altýný bir daha çizeyim. Türkiye’deki entelektüel hayat, özellikle son yýllarda siyasetin bölgesel düzeydeki hamle ve çabalarýný besleyecek bir gayretin çok ama çok uzaðýnda kaldý.
Bunun bedeli düþündüðümüzden çok daha aðýr olacak.