Konuşana değil, konuşturana bak

Abdullah Öcalan’ın dün Diyarbakır Meydanı’nda toplanan kalabalığa okunan mektubunda yer alan ifadeler içinde özellikle PKK’ya yönelik “silahları bırakın, sınırdışına çıkın” çağrısı devletin bu süreçte beklediği mesajdı. “İmralı Görüşmeleri” diye adlandırılan süreçte son derece önemli bir aşama geçilmiş oldu böylece.

İhtiyatı elden bırakmaya, hatta bazıları gibi iyimser yaklaşımı abartıp “sevindirik” olmaya gerek yok. Ama Öcalan’ın ülke bütünlüğü konusunda neredeyse “devlet adamı ağzıyla” yaptığı açıklamaları bırakın, tek başına silahlı mücadeleye son verme çağrısı bile “İmralı Süreci”nin başarısı demek.

Devletin avantajı Öcalan’ın içinde bulunduğu şartlar. Bir defa 14 yıldır devletin elinde bulunan Öcalan’ın örgüt tabanı üzerindeki etkisi azalmadan devam ediyor. Dolayısıyla Öcalan bir çözümün müzakere edilmesi için doğru adres.

Öcalan’ın kişilik yapısı da bu iş için son derece elverişli. Egosantrik kişilik yapısını her zaman belli eden, hatta dün Diyarbakır Meydanı’nda okunan mesajında bile “benim bireysel isyanımla başlayan bu mücadele” gibi bir ifade kullanmaktan geri durmayan Öcalan için Kürt sorunuyla ilgili çözümden ziyade kendi kişisel durumu önem taşıyor.

Öcalan devletle müzakeresinde “Ben terörü sona erdireyim, siz de beni hürriyetime kavuşturun” diye pazarlık etmeyecek kadar kurnaz ve tecrübeli. Ama nihai beklentisinin, terör sorununun çözümüne vereceği katkının ödülü olarak neticede kendi kişisel durumunun düzelmesi olduğu çok belli...

Bu konuda karşı taraftan bir ümit ışığı görmüş olduğu da tahmin edilebilir. Daha yakalanıp Türkiye’ye teslim edildiği ilk günlerde başlayan “müzakereler” sırasında Genelkurmay temsilcisinin kendisine silahların susması durumunda afların gündeme geleceğini söylediğini, hatta “Sen bile içeride fazla kalmazsın” dediğini Öcalan’ın kendisi avukat görüşmelerinde açıklamıştı.

Öcalan yakalandığında liderlerine bağlılıklarını göstermek isteyen PKK militanları dört bir yanda gösteriler ve çeşitli eylemler yapmışlar, hatta birkaç kişi de kendisini yakmıştı. Bu manzara örgüt üzerindeki nüfuzunu göstermesi bakımından Öcalan’ın müzakerelerde elini güçlendiriyordu.

Hatırlanacağı üzere, Öcalan 14 yıl önce de bugünküne benzer bir çağrı yapmış ve önderlerinin çağrısına uyan PKK militanları silahlı eylemlere son vermiş ve sınırdışına çıkma sürecini başlatmışlardı.

1999 sürecinin devam ettirilememesi ve başarısız kalması büyük oranda ülkedeki “siyasi istikrar” sorunuyla ilgiliydi. Zaten o tarihlerden yakın zamanlara kadar siyasi istikrar sorunu hep var oldu ve ülkenin en önemli meseleleri çözümsüz kalmaya devam etti.

Öcalan’ın devletin elinde bulunması önemli bir imkândı. Taşıdığı kişilik özellikleri de devlet açısından bir şanstı. Ama bu kozların değerlendirilmesi için devletin de istikrarlı bir yönetim altında olmasına, açıkçası “devlet içinde devlet” konumundaki oluşumların suyu bulandırmasının engellenmesine ihtiyaç vardı.

Bugün olan şey, gerekli şartların tamamlanmış olmasıdır. Bugünü en fazla bekleyen kişi ise İmralı adasının mecburi misafirinden başkası değildi. Dolayısıyla dün Diyarbakır’da okunan mektubunda neredeyse bir devlet adamı ağzıyla konuşmasına fazla şaşmamak lazım.

Öcalan’ın düşüncelerinin AK Parti’nin gizli ajandasına uyumlu olduğu için bu sürecin başarıyla yürütülebildiğini söyleyenlere bakmayın. Öcalan 14 yıldır muhatap olabildiği herkesle aynı dalga boyunda görünebiliyor. Bugün İslam kardeşliğinden, Ortadoğu halklarının birliğinden söz eden Öcalan, 28 Şubatçı generallerle konuşurken “Atatürk milliyetçiliğini” savunuyordu. Bugün ayet, hadis okuduğu gibi, o gün de konuşmalarında Nutuk’tan pasajlar aktarıyordu.

Demek ki İmralı’daki Öcalan, PKK’nın tasfiye sürecinin yönetilmesinde en uygun enstrüman. Bundan yana fazlaca şüphe yok. Ancak, sürecin bu aşamasında oluşan iyimser havaya aldanıp sorunun tamamen ortadan kalktığını düşünmek yanlış olur. Çünkü terör sorununun çözülmesi ayrılıkçı etnik Kürt hareketinin ve doğurduğu sorunların tamamının bugünden yarına sona ereceği anlamına gelmiyor.