Konuşanlar yapanlardan çok; yapanlardan ise, ‘başaran'lar, daima azdır!

Evvelki gün, '6-7-8'li Masa'nın görünen ya da görünmeyen, perde gerisi liderleri, uzuuun müzakerelerinin boş olmadığını isbat etmek istercesine, nihayet bir 'Seçim Beyannâmesi' mahiyetinde up-uzuuun bir 'Ortak Politikalar Mutabakat Metni'ni açıkladılar. Çoğu, bilinen eski türküler ve hattâ 'ninni'ler. 'Uyu, ninniii, uyu...' veya 'Uyusun da büyüsün, ninniii.' havasında.

Her yeni hûkûmet kuruluşunda Meclislerde yıllarca okuduğumuz vaadler yığını. Bunu, 1960'lardan beri her hükûmet değiştiğinde, yeni Başbakan'ın veya sözcülerinin çektikleri nutuklardan biliyoruz.

Hatırıma, (merhûm) Hasan Celâl Güzel geldi. 1979'daydı, İstanbul- Aksaray'da, haftalık 'Tevhîd' dergisini çıkardığımız büroya gelivermişti.

Biraz sohbetten sonra, H. Celâl Güzel'in çok neşeli oluşuna takıldığımızda, 'Nasıl olmam. Turhan Feyzioğlu'nun (Güven) partisi'ne 'Seçim Beyannâmesi' hazırladım, okkalı bir para aldım. Şimdi, bir başka partiye daha 'Seçim Beyannâmesi' hazırlamak için pazarlık yapıyorum' demişti.

Çaya-çorbaya limon. Her eve lâzım.' dercesine, hazırlanan 'Seçim Beyannâmeleri' yine hazırlanıyor mu, bilmiyorum. Bu 'mutabakat metni' de öyle, şimdi. Her partinin seçim öncelerinde açıkladığı 'seçim beyannâmeleri'ni hatırlatıyor.

Bu gibi vaadlerin çoğunun niçin gerçekleşmediği, Demirel'e sorulduğunda, 'Ben her ay, ülke nüfusuna eklenen 100 bin boğazı nasıl doyuracağımın hesabını yapmak zorundayım. Bu, yılda aşağı- yukarı, 1 milyon insan ediyor. Ben, bunların her birisine her şeyden önce, aş ve iş bulmak zorundayım.' derdi. Bu hesap, tamamen yanlış da değildi herhalde.

O yıllarda Ecevit de, beyninde şairâne hayallerle oluşturduğu 'köy-kent' projelerini anlatır, ekranlarda çizdiği şekillerle 'şurada tarım, burada hayvancılık, filan yerde balık çiftlikleri.' kuracaklarını anlatır ve köy'ün ne olduğu gerçeğinden habersiz olduğunu anlattıkça, yüzlerde tebessümler belirirdi.

Vaadlerini yerine getirmekte, her siyasetçiden bir Tayyib Erdoğan hassasiyeti de beklenemez herhalde.

* Evet, lâf edenler- konuşanlar, yapanlardan daima çok; 'yapanlardan başaranlar' ise daima az'dır!

'Muhalefet Cephesi'nin geleceğe aid hesapları, açıkladıkları 'mutabakat' metninden anlaşılmıyor. Hattâ, anlaşılır olsa bile, anlatmak veya anlaşılır olmak, o vaadlerin yapılacağı mânasında mıdır; yoksa, en hafif tabiriyle, 'lâf ebeliği' midir?

KK. Bey, C. Başkanlığı için muhalefet'in adaylarını 13 Şubat günü açıklayacaklarını söylemiş, ama İP Sözcüsü K. Zorlu, 'Haberimiz yok.' diyor.

*

Ama o 'mutabakat' metninde 'neyi hedefledikleri'ni açıkça söyleyemedikleri öyle ifadeler var ki, Başkanlık Sistemi'ni getiren Anayasa değişikliğiyle hesaplaşmak, en başta geleni. 15 Temmuz 2016- Darbe Hıyaneti üzerine alınan olağanüstü tedbirlerin mağdur ettiği muhtemel kimseleri gerekçe göstererek, o düzenlemelerin kaldırılacağına dair sözlerin hangi merkezlerden dikte edildiği, sırıtmıyor mu?

Kezâ, TSK'yı yeniden, seçilmişlerin etki alanı dışında, 'kendi başına buyruk' ve istediği zaman darbe yapan veya siyasetçilere namlu göstererek netice alan bir konuma getirme eğilimi. Meclis'i eskisi gibi yine kulis oyunları ve siyasî entrikalar ve ülkeyi de iç ve dış güç ve baskı odaklarının gövde gösterisi yaptıkları bir oyun sahasına dönüştürmek istediklerini açıkça söyleyemedikleri; ama neyi hedeflediklerini biraz feraset ve basireti olanların hemen anlayabilecekleri konular.

*

Bu hamur, daha çook su götürür.

Geçelim.

*

**

'Tarihe dokunan' çalışmalar etrafında

28 Ocak günü, Belediye otobüsündeydim, Fatih caddelerinde kocaman harflerle, Büyük İskender'in Makedonya'dan Hindistan'a kadar uzanan seferlerinde, geçtiği yerlerde taşlara yazdırdığı, 'Vene- Vici- Vidi./Geldim- Gördüm- Gittim.' şeklindeki sözünü hatırlatacak şekilde, 'GELDİM, GÖRDÜM, TARİHE DOKUNDUM!' yazılı duyuru panoları göze çarpıyordu. İmza yerinde ise, 'Fatih Belediye Başkanı M. Ergün Turan' ismi vardı.

Bu 'dokunmak' sözü, ilk anda, 'DEVA' partisi lideri Babacan'ın, 'İHA'lara, SİHA'lara dokunacağız!' şeklindeki ürkütücü savrulmuşluğunu çağrıştırdı. Çünkü değil Babacan'dan, hiçbir siyasî görüşü olmayan sıradan birisinden bile duyulamayacak kadar tuhaf bir sözdü, o. Ve doğrusu, hâlâ da hınçlıyım, o söze karşı. Ama Ergün Turan'ın 'Tarihe dokunmak' sözünün, o, İHA'lara -SİHA'lara dokunmak sözündeki olumsuzlukla ilgisi yok, elbette.

Tarihe dokunmak, tarihin sahiblenilmesi mânasında. Nitekim takib edebildiğim kadarıyla, Ergün Turan'ın, Ayvansaray ve Balat'tan Yedikule'ye ve Sarayburnu'na kadar sur içindeki asıl İstanbul demek olan Fatih semtinin tarihine hayırhah bir el olarak nasıl dokunduğu, tarih hassasiyetine sahib olanlarca teslim edilmektedir.

*

Ben o duygular içindeyken, M. Ergün Turan bey ile AK Parti Grup Başkan Vekili M. Emin Akbaşoğlu Bey'in, Fatih'te, 'İnkılâb Basım-Yayım' kuruluşunun sorumlusu Hasan Güneş'in yanında oldukları haberi ulaştı. 'Yakınlardaysan, sen de olursan.' denilince, oraya yöneldim.

Biraz soluklanma ve sohbet faslından sonra, Ergün Bey, 'Fatih'teki bazıları birlikte gezmeyi' teklif etti ve kalkıp gittik, M. Emin Akbaşoğlu ve Hasan Güneş'le birlikte. Hafiften yağmur altında.

Önce, Vatan (Adnan Menderes) Caddesi'nde eski Orduevi'nin arkasında, kütüphane olarak hazırlanmakta olan binadaki son çalışmaları izledik. Ergün Turan Bey'in, sadece mühendis veya TOKİ Genel Müdürlüğü yapmış olmasından değil, bu kütüphane binalarına bir ruh da kazandıracak bir 'gönül eri' de oluşundan dolayı, şu son 3 yıl içinde Fatih'te açtığı son derece modern teknik donanımlara sahib 13 kütüphanenin her birisi gibi bu yeni mekânı da aynı dikkat içinde tanzim ettirmekte olduğu görülüyordu.

100 bine yakın öğrencinin ve diğer vatandaşların istifade ettiği bu mekânlarda, çay- çorba parasız olarak ve 24 saat hizmet vermektedir.

*

Ergün Bey, bu mekânı gezdirdikten sonra bizi surların içinde, 'surdibi' denilen ve genel olarak mezbelelik olarak bilinen ve hattâ, insanların gündüz bile geçmekten çekindiği, Silivrikapı ve oradan Yedikule'ye kadar uzanan sur diplerine kadar götürdü ve oralarda 'tarihe nasıl dokunduğu'na şahid olduk. O sur dipleri boyunca, 100-200 metre eninde bir şerit halinde, bütün o mezbelelik ve harabelikler yıkılmış; temizlenmiş, bazı yerler, sahiplerinden satın alınmış ve yeşil alanlara, gezinti mekânlarına, çocuklar için park ve oyun alanlarına dönüştürülmüş. Bazı yerlerde de, marul, lahana, biber, patlıcan ve sair sebzicât alanları oluşturulmuş. Bazı yerlerde de çalışmalar devam ediyor..

Bu mekânlarda kimisi tamamen yıkılmış veya harabe halinde olan bazı mescidlerin, tekkelerin, medreselerin restore edilip hizmete sunulmak için çalışıldığını görmek de ayrı bir memnuniyet konusuydu. (Tabiî, biz bu arada, M. Emin Akbaşoğlu Bey'le son günlerdeki iç-siyasî tartışmalar konusunda etraflıca sohbet imkânı da bulduk.)

Bu arada, uzaktan gibi olsa da, Üsküdar Belediye Başkanı Hilmi Türkmen, Beykoz Belediye Başkanı Murad Aydın ve Zeytinburnu Belediye Başkanı Ömer Arısoy vs. isimlerin de çalışmalarını, 'Halka hizmet, Hâliq'a hizmettir' anlayışıyla yaptıklarını, yakından izlemek imkânı bulduğumu da belirtmeliyim.

*

Bu anlayışla siyaset yapan ve halkın itimadına lâyık olmak sorumluluğunu taşıyan bütün kamu hizmetlilerine şükran duygularımla.

*