Üçüncü boðaz köprüsünün ismi üzerindeki tartýþmalarýn yersizliðine ve bu tartýþmalarýn bir yandan ne kadar yüz kýzartýcý olduðu bahsine geleceðim. Mesele fikirlere tahammül veya tahammülsüzlük meselesi deðildir. Her görüþ sahibi kendini ifade etme hakkýna sahiptir elbette ama her görüþün tartýþýlma ve önemsenme kapasitesi ayný aritmetik hakký da içermez. Ýnternette birkaç saatten fazla konuþulmayý hak etmeyen bir konunun ülkenin genel meselesi haline getirilmesine temelden itiraz etmek; yani usul tartýþmasý açmak da bir haktýr.
Ancak, daha önce gelen ve atlanmamasý gereken baðlantýlý bir konu daha var.
Köprüler, yollar, barajlar, havalimanlarý, metrolar vs... Demokrat Parti’den beri bütün bunlarý üreten bir siyasal gelenek var. Kalkýnmacý bir gelenek ama sadece “kalkýnma” þablonuna sýkýþtýrýlamayacak kadar siyasi meþruiyete sahip, yaygýn toplumsal destek üzerinde geliþen bir siyasal akýmdýr sözkonusu olan. AK Parti, bütün temel kriterler açýsýndan bu geleneðin en ileri örneðidir. Devamlýlýk, icraat ve en baþta da deðiþim ünitelerinin tamamýnda rakipsiz bir istatistik sahibidir.
Önceki gün Garipçe’de köprünün temelini atan siyasi kadro Cumhurbaþkaný’ndan Baþbakan’a, bakanlarýndan vekillerine kadar ayný zamanda Kürt meselesinin çözümünü de baþarmak üzere olan kadrodur. Veya bu kadro birkaç hafta önce üçüncü havalimanýnýn küresel çapta bir rakamla ihalesini yaparken, birkaç ay evvel azýnlýklarýn temel haklarýný iade etmiþ olan, yýllardýr darbeyle hesaplaþan kadrodur.
Biraz daha geri gidelim ayný kadro bir yandan ülkenin ihracat ve milli gelir dahil bütün makro ekonomik rakamlarýný eskiyle kýyaslanamayacak hacimde büyütürken eþ zamanlý olarak ülkede askeri vesayeti de bitirerek gelen kadrodur.
Hem kalkýnmacý hem de demokrat bir deðiþim kadrosu.
Sadece ilki olsaydý ve temel yapýsal sorunlara el atmamýþ olsalardý; yani demokratik deðiþim gerçekleþmemiþ olsaydý milli gelirden kiþi baþýna düþen pay bugün 11 bin Dolar’ý bulamazdý. Üçüncü köprü de þimdi olduðu gibi yatýrýmlardan bir yatýrým deðil, týpký birinci ve ikincisi gibi ülkenin en büyük giriþimi olurdu. Oysa, temelin atýldýðý ay içinde köprü maliyetinin 5-6 katý rakama havalimaný, 4-5 katý rakama da nükleer santral ihale edildi.
Kalkýnmayý olaðanlaþtýran, rakamlarý yükselten ve dolayýsýyla ölçeði büyüten iktidarýn demokrasi ve deðiþim temelinde kalkýnma formülünü iþletmesidir.
AK Parti, mirasçýsý olduðu siyasal geleneði de bu formül sayesinde aþmýþ ve yenilemiþtir.
Bu geleneðe karþýlýk her durumda itirazcý siyasal akýmý ise CHP ve çevresi temsil etmektedir. Keban Barajý’na ret ile baþlayan, 70’li yýllarda birinci köprüye dirençle siyasallaþan “hayýr” bloðu, bugün ise kendisini Yavuz Sultan Selim’e reddiyeyle ifade ediyor.
Oysa mesele isim koymak deðil, önce köprüye ihtiyaç duyacak ekonomiyi sonra da köprüyü yapabilmektir.
Yetki CHP tarzý siyasetin elinde olsaydý, bir ay içinde gerçekleþen iki dev ihalenin dosyasý bile açýlamayacak ve üçüncü köprünün temeli atýlamayacaktý. Çünkü, o yolu açan demokratikleþme olamayacak, Kürt sorununa el atýlamayacak ve mesela askeri vesayet geriletilememiþ olacaktý. Bütün bunlarýn doðal sonucu olarak milli gelir bugünkü seviyeyi bulamayacaktý.
Hasýlý... Yapýlamayan köprünün adý da gayet tabii ki “Yavuz” olmayacaktý.
Çünkü, küçük ve kendi halinde Türkiye, “eski güzel günler”de olduðu gibi Kemalist sembollerle sevk ve idare edilecekti. Tarih, Cumhuriyet’ten baþladýðý için ve geçmiþte kalanlar ya hain ya da barbar olduklarý için isimleri tabelalara yazýlmayacaktý.
Yavuz Köprüsü üzerindeki tartýþmalar iki düþünce geleneði, iki tarih idraki ve elbette iki tarz-ý siyasetin hesaplaþmasýndan ibarettir.
Köprüye isim bulmak deðil, köprüden geçmek yarýþýdýr bu.