Kör terör - İntihardan intihara

Kızılay’daki canlı bomba eyleminden sonra terörün intihar sürecine girdiğini yazmıştım. 

Doğu-Güneydğu’da bazı ilçelere el koyma, hendek kazma, barikat kurma ve özyönetim ilanları da intihardı, Kızılay’da gerçekleştiren eylem de intihardı. Ve dün İstiklal caddesinde gerçekleştirilen eylem de intihar eylemidir.

“İntihar” diye tanımlarken şunu demek istiyorum: Bu eylemlerin içinden hiçbir ideoloji ve siyasi hedef adına bir sonuç üretmek mümkün değildir.

Sur’da ne hendek kazarak ne de barikat kurup arkasına üçyüz-beşyüz militan dikerek devletle başa çıkmak mümkün değildir. Eğer devlet, “Vay be, sizden korktuk” diyerek boyun eğmeyecekse, o zaman oraya yerleştirdiğiniz militanların tamamını ölüme yatırmışsınız demektir.

Ne oldu Sur’da, Silopi’de?

Öldüler ve öldüler...

Maalesef kendileri ile birlikte şehirleri de öldürdüler.

O ilçelerin sade insanları, o çok politik bilinci olan militanlardan çok daha akıllı çıktı ve mümkün olan ilk fırsatta evini barkını terkedip, Kürt kimliklerini de alarak gitti ve militanları güvenlik güçleri ile başbaşa bıraktı. Eğer onlar orada kalsalardı, hiç şüphesiz güvenlik güçleri daha mütereddit davranacaktı. Ama halk, “Bizim sizinle alakamız yok, işte karşınızda askerler - polisler, onlarla ne haliniz varsa görün” dedi.

Sözümona o halk için dağa çıkmışlar, silaha sarılmışlar ve dağdan inip yerleşim yerlerinde mevzilenmişlerdi.

Evet, intihar ettiler. O intiharın Yüksekova, Şırnak, Nusaybin mecraları da devam ediyor.

Gelelim Ankara-Kızılay’a, ya da İstanbul-İstiklal caddesine...

Kendi kendilerini patlattılar.

Evet, çevrelerindeki insanları, belki aralarında analarının, babalarının, kardeşlerinin, kuzenlerinin bulunacağı insanları da katlettiler. Kalb körlüğü işte burda.

Peki neyi kazandılar?

Diyelim bir kısım insan ürktü, kalabalık yerlerde bulunmamayı tercih etti, turistler güvenlik kaygısı ile Türkiye’ye gelmekte tereddüt geçirdiler, bundan ülkenin sosyal - ticari hayatı olumsuz etkilendi... Peki sonra?

Sonra 80 milyonun nefretini kazandılar.

Ben, insan olan hiçbir kimsenin bu eylemlere olumlu baktığını düşünmüyorum.

Bu intihar eylemlerinin hiç kimsede “Bunlar benim adıma ölüyorlar” gibisinden bir aidiyet ilişkisi oluşturacağına inanmıyorum.

Biliyoruz ki Türkiye’deki terör örgütleri eylem birliği için anlaştılar.

Bu örgütlerin her birinin kendisini bir sosyal grup ile bağlantılı gördüğünü biliyoruz. Muhtemel ki militanlar şu veya bu sosyal grup içinden çıkmaktadırlar.

Ama eylemler sonucu hayatını kaybeden insanlar içinde ülkenin tüm sosyal gruplarından insanların bulunduğu da açık. Yani Ankara’da anne karnındaki bebek can verdi. Dört yaşındaki çocuk can verdi. Türkiye’nin dört bir yanından gelen gençler, yaşlılar, kadınlar erkekler, Türkler Kürtler, Sünniler, Aleviler can verdi, yaralandı.

Kim sahip çıkacak bu vahşete?

İstiklal Caddesinde eylem yaparsanız, oraya giden insanları ürkütürsünüz, doğru. Ama orası, tıpkı Kızılay gibi “Türkiye’nin, -hatta yabancılarla birlikte düşündüğümüzde- dünyanın özeti” bir insan topluluğunu ifade eder.

Onun için bu eylemin katillerine yönelik nefret, İsrail’den de gelecek, İran’dan da ve Türkiye’nin her yöresinden de...

Türkiye bu eylemlerle yenilmez. Bu, akıldan çıkarılmalı bir kere.

Evet, bizler güvenlik tedbirleri üzerinde dururuz, istihbarat zaafı üzerinde dururuz, Hükümeti uyarırız, ama bundan iktidarı sarsacak bir siyasi sonuç çıkmaz.

Hatta aksine, muhalefet partilerini iktidarın güvenlik politikalarını destekleme zorunluluğu gibi bir pozisyona iter.

Şu geçen zamanda PKK adına yapılan eylemlerin, örgütün kendi intihar denemeleri yanında HDP’nin bile ipini çektiğini görmüyor muyuz?

Ülkemize güvenmeliyiz, terörden ürkmemeli, korkmamalı, bu çılgınlıkların eninde sonunda yok olacağından emin olmalıyız. Zaten seçtikleri yol kendi kendini yok etmekti, devlete düşen gerekli istihbaratlarla onların başkalarını öldürmelerine mani olmaktır. Bu da devletin ve ülkenin kendi kendini savunma refleksi ile ilgilidir. Türkiye bu noktada tecrübelidir.