Kördüğüm

Kaç gündür yazacağım, hep güme gidiyor yazıların sonunda:

Değerli Kardeşlerim, Yurddaşlarım! Türkçe’de “acziyet” diye bir kelime yokdur!

“ACZ” (aciz!) vardır! Beceriksizlik, gücü yetmemek anlamına gelir!

Bir câhil ortaya bir laf atıyor, ardından bir alay şey “Aman, biz kusur kalmayalım!” telâşıyla aynı yanlışın üzerine mal bulmuş Mağribî gibi atlayınca oluyor size “belgelenmiş hakıykat” !!!

“Beyler, Hanımlar, bu yanlış!” deyince de tabii cevab hazır oluyor:

“Nem’nâsibet! Filanca meşhur yazar da kullanıyor!”

 

İyi... O zaman sizler de kullanmaya devâm ediniz ki boylarınız birer karış uzasın!

Benim gibi iyi niyetli enâyilere de “izhâr-ı acz” düşsün!

Ha, hazır açılmışken: Bir başka anlamı da insan ve hayvan vücudlarının geri kısımlarıdır acz kelimesinin. Sağrı, bel, kalça gibi...Popo değil.

Demek ki neymiş?

“ACZİYET” cızzz!

“ACİZ” cici! (C alliterasyonu!)

***

Türkiye son yılların en heyecan verici gelişmelerinden birine sahne oluyor gibi:

Otuz yıldır milletçe başımıza belâ olan Kürd Problemi’nin kat’î ve tarafeynin aynı ölçüde içine sindirebileceği bir sonuca varması hedefine yönelik süreç!

Pek çok meslekdaş dün, biraz değişik kelimelerle şunu yazdı:

“Eğer Başbakan Erdoğan bu meseleyi çözerse adını târihe altın harflerle yazdırır!”

 

Artık altın harf mi gümüş harf mi bilemem ama Başbakan Erdoğan, eğer bu işi de başarırsa, şimdiye kadarki diğer başarılarıyla berâber adını bence de silinmez şekilde târihe yazdıracakdır!

 

İşte diğerleri meyânında ilâveten bu sebebledir ki ülke içindeki ve dışarıdan bir dizi irili ufaklı güç merkezi canlarını dişlerine takarak onun başarısızlığa uğraması uğruna gizli yâhut açık mücâdele vereceklerdir!

Bunu adım gibi biliyorum!

Peki, kim bunlar?

Hâricîlerinden başlayalım:

Sûriye, Irak, İran, Ermenistan, Rusya, Yunanistan direkt komşularımız.

Çin, ABD, Fransa, Almanya ve İngiltere ise dostlarımız...

Dâhilîlere gelince:

Dış bağlantılı da olarak PKK, TSK içindeki yüksek ve orta dereceli kumanda kademelerinin hatırı sayılır bir bölümü, bakanlıklar düzeyindeki bürokratların (ministeriyal bürokrasi) önemlice bir bölümü, yazar çizer takımı, yâni entellektüel zümre içinden küçümsenemeyecek bir kısım, MİT içindeki bir fraksiyon ve sermâye çevrelerinden bir grup...

Şimdi diyeceksiniz ki geriye kim kaldı?

Vallâ’, kat’iyyetle emîn olduklarımdan başlayacak olursak ben varım, bir de kendimi sayabilirim.

Şaka bir yana, yaklaşık 30 yıldır dallanıp budaklanan böylesine komplike bir durumda tarafdarlar ve aleyhdarların çok geniş bir alanda âdetâ iç içe geçmiş olmasına hayret etmemek lâzım.

Bunu en sarih biçimde müdrik olanlardan birinin Başbakan olduğu ise bence muhakkak.

Öte yandan bu tür bir “kördüğüm”ü (Gordiyon Düğümü!) çözmek için iki metod bulunduğunu biliyoruz:

Ya kılıcı çekerek o Allâhın belâsı yün yumağını iki vuruşda kırpıp havaya savurursunuz ya da uzun aramalardan sonra yumağın bir ucunu bulup oradan îtinayla, yâni deli pösteki sayar gibi, çözmeye başlarsınız.

Doğrusu bende o sabır yok!

Ama öbür çözüm için “eşref saat”in takrîben 25 sene kadar geride kaldığını da bilmiyor değilim.

Zâten başbakan da değilim.

Bu gidişle olacağım da yok...

Onun için bu işde kimse bana güvenmesin!