Korkma, sana bir şey olmaz

İsmi cismi olan insanlara “it kopuk” diye saydırırsanız, “düşünce suçu” işlemiş olmazsınız.

Bunun adı “hakaret suçu”dur.

İncindiğini düşünen insanlar da, mahkemeye gider, haklarını ararlar.

Dünyanın her yerinde böyledir bu.

Kimileri de yargı yoluna başvurmaz, edilen küfürleri sineye çeker.

Meşrep ve kabul meselesi...

Hayır, Fazıl Say’a göre, “faşizme karşı savaştığı” için bunlar başına geliyormuş.

Başına gelen şey, hakkında iki yeni soruşturmanın açılmış olması.

Daha önce de yazmıştım.

Nezaheti kendinden menkul Fazıl Say’mız, kendisi hakkında suç duyurusunda bulunan (ismi cismi belli) üç kişi için “it kopuk” nitelemesini kullanmış, elan yargılanmakta bulunduğu mahkemeyi de “saçma sapan mahkeme” diye tahkir etmişti.

İki ayrı hakaret suçu...

İki ayrı dava...

Meselenin “faşizme karşı savaş”la ilgisi yok yani...

Ben o üç kişinin yerinde olsaydım, Fazıl’ı ettiği küfürle baş başa bırakırdım. Mahkemeye koşmazdım yani. Çok çok, kalemimle icabına bakardım. Ama herkesten bu “genişliği” ya da “toleransı” bekleyemezsiniz. Burada vatandaş kişilik haklarına saldırıldığını düşünüyor ve yargıya başvuruyor. Bu da kınanacak, ayıplanacak, “faşizmle” özdeşleştirilecek bir durum değil.

Fazıl Say’ın yerinde olsaydım da, mahkemeye veriliyorum diyeağlamazdım.

Seçkinliğimin, başarımın, dünya ölçeğinde tanınır bir sanatçı olmamın, Kemalizm’e imanla bağlanmamın bana bir “imtiyaz” getirmediğini düşünürdüm ve küfretmezdim.

Küfrediyorsam da, kuzu bedelini öderdim.

Fakat iyi haberlerim var...

Bugüne kadar kimse hakaret suçundan içeri tıkılmadı. İstisnaları var elbette ama Fazıl Say’ımız ceza alırsa (ki, almamasını temenni ediyoruz) duruma göre “tecil” ve “hükmün ertelenmesi” seçenekleri devreye girecek.

Bir daha (öngörülen süre zarfında, diyelim ki 5 yıl içinde) aynı suçu işlememesi koşuluyla serbest bırakılacak... (“Serbest bırakılacak” lafın gelişi, tutukluluk söz konusu olmadığı için, “hayatına kaldığı yerden devam etmesi” sağlanacak.)

Buna rağmen, morali çok bozuk Fazıl Say’ın.

Ülkeyi terk etmekten söz ediyor.

Kızına duyacağı hasreti dile getiriyor, vs.

Müthiş bir “yıkışmışlık” içinde...

Dün bir yazısını okudum... Özetle, “Bana ana avrat dümdüz gidiyorlar, sesimi çıkarmıyorum. Ben birilerine it kopuk dedim diye başıma gelenlere bakın” diyordu.

Haklısın da Fazıl’cığım, küfre maruz kalmak, mukabil davranışları meşrulaştırmıyor. İncindiğini düşünüyorsan, sen de hakkını arayacaksın.

Ana avrat dümdüz gidenlere (kimlerse onlar) dava açacaksın. Bu senin en doğal hakkın... Bu hakkı kullandığın için kimse seni eleştirmez, yargılamaz, ayıplamaz.

Bir an önce bunu yap.

Küfürbaz ve ağzı bozuk taifesine meşru kanallardan haddini bildir. Mahkemeye verildiği için ağlayan sadece Fazıl Say değil elbette.

Kadın ruhunun inceliklerine vakıf bir köşe yazarımız da, Başbakan’ın açtığı davada tazminat cezasına mahkûm olunca ağlayan yazılar yazmaya başladı.

Öyle yazılar ki, insanın yüreği parçalanıyor.

Üstelik, “delikanlı” bilinen bir yazarımız.

Hem ağlıyor, hem de “Cebimdeki son parayı sana veriyorum” diyerek küfrettiği adamdan anlayış bekliyor.

Fazıl Say için söylediklerim onun için de geçerli:

Madem usta yazarsın, madem “kelimelere dans ettirme becerisine” sahipsin, meramını “ustalığına” yakışır bir üslup içinde anlat. Hükümeti eleştir, Başbakan’ı yerden yere vur, cevap veremediklerinin üzerine küçük tetikçilerini sal, elinden gelen her melaneti sergile ama küfretme.

Küfredersen paranı alırlar.

Hiç ağlama...