Türkiye, etrafýndaki geliþmelerin kýskacýnda þekillenecek kadar zayýf; güncelin pençesinde yok olacak kadar gelenekten yoksun bir ülke deðil elbette. Her ne kadar Osmanlýca üzerinden baþlayan tartýþmalar umut kýrýcý olsa da; tarih, gelenek ve tecrübe üzerinden hala bizi farklý kýlan özellikler var. Bunlarý yeniden hayatýn içinde var edecek bir sabra ve inþa sürecine de ihtiyacýmýz var.
Maksadým Osmanlýca tartýþmasýna bir parça dokunabilmek. Ýmam-hatip yýllarýmýzda önümüze bu büyülü kapýyý açan herkese teþekkür edebilirim ancak. Saçma sapan endiþelerin dýþýnda ‘Acaba nasýl, ben öðrenebilir miyim’ diye soran herkese, bir iki ayda okur hale geleceðini de söyleyebilirim. Ondan ötesi Sevgili Nabi Avcý’nýn nazik meydan okumasýna bakýyor. ‘Tartýþmak isteyen önce bu konuda üç beþ kelam edecek bir yere gelsin, þu da okuma listesi’ diyerek noktayý koydu üstad.
Bu tartýþma, bizim etrafýmýzda ve dünyada olup biteni anlama kabiliyetimizle de doðrudan ilgili. Þu ya da bu gerekçeyle, geçmiþiyle irtibatý kesintiye uðrayan; o irtibatý ayakta tutmak isteyen insanlarýn rejim düþmaný ilan edildiði bir ülkede, geçmiþle gelecek arasýnda köprü kurmak, buradan hareketle yaralarýnýzý sarmak sanýldýðý kadar kolay deðil.
Daha çok yerel yönetimler eliyle canlý tutulmak istenen geleneksel sanatlar, bunlara dair açýlan kurslar, büyük çabalara raðmen istenen sonuçlarý vermedi bugüne kadar. Asla þunu söylemiyorum. Bu çabalar nafiledir, ne yapsak boþunadýr. Hayýr, tam aksine bir tek harfin yazýmýný ayakta tutmak bile hepimizin sorumluluðudur.
Ancak burada bir ilgisizlikten, bir türlü gideremediðimiz bir kopukluktan söz etmenin de tam yeridir. Hat, minyatür, ebru ve daha pekçok alanda gerçekten ciddi kurslar, merkezler ve üstadlar eliyle inanýlmaz bir gayret var. Ama bu gayretlerin, ayný ölçüde heyecanla, takdirle ve ilgiyle karþýlandýðýný söylemek çok zor.
Muhtemelen burada son yýllarda eðitim ve kültür hayatýna dair neler yaptýðýmýzý, ondan ötesi neler yapamadýðýmýzý sorgulamanýn, konuþmanýn tam vaktidir. Osmanlýca konusunda yapýlan, yapýlmak istenen kim ne derse desin, muhteþem ve hatta çok gecikmiþ bir hamledir. Ancak bu gayretlerin eninde sonunda ‘yetim’ kalmamasý için daha farklý adýmlara ihtiyacýmýz var.
Bu da, tarihle, tarih yazýmýyla ve geçmiþimizi nasýl anladýðýmýzla ilgili tartýþmalarýn daha saðlýklý hale gelmesini zorunlu kýlýyor. Mesele ne sadece Osmanlý, ne sadece Osmanlýca yahut ‘Osmanlý Türkçesi’. Burada geçmiþinden kopmayan, korkmayan ve ayný zamanda onunla yüzleþmekten çekinmeyen bir cesarete, meraka ve yeri geldiðinde eleþtirel bakýþa ihtiyacýmýz var.
Sadece gençler bu iþlere artýk ilgi duymuyor. Hat öðrenmiyor, hani þu alanda yetiþen sanatçýlarýmýz nerede diyerek bir yere varmak mümkün deðil. Önce toplumun geçmiþiyle saðlýklý irtibat kurmasýnýn zeminini oluþturmak gerekiyor. Ne bugün özellikle bir kesim eliyle yapýldýðý gibi geçmiþi inkar etmenin faydasý var. Ne de her þeyin toz pembe olduðu bir dünyadan söz etmenin.
Orada bir geçmiþ var, tarih var. Orada hatasýyla sevabýyla yaþayan insanlar ve onlarýn etrafýnda þekillenen milyonlarca hikaye var. Bunlara ulaþmak, bunlara dokunabilmek için herkes öfkesini, kinini, önyargýlarýný bir kenara býrakmak zorunda. Kaybettiklerini aramanýn heyecaný kadar, yanlýþlarý bir daha yapmamanýn da yollarýný bulmaya çalýþacak.
Osmanlýca öðrenmek bu yönde elimizde olmasý gereken araçlardan sadece bir tanesi. Zor deðil, kýsa bir emek ve sonrasýnda size anlatýlanlarý bir kenara býrakýp kaynaktan içebilmenin heyecaný sizi bekliyor.
Korkacak bir þey yok. Bu bizim hikayemiz.