Korkunun ecele faydasý yok

Etrafýmýzda birbirinden önemli ve kritik geliþmeler yaþanýyor. Ama nedense bunlar sanki sýradan geliþmeler gibi okunuyor.

Kuzey Irak’ta Erbil merkezli bir baðýmsýzlýk süreci, her zamankinden daha yüksek sesle dile getiriliyor. Irak ve Þam Ýslam Devleti (IÞÝD) adýyla þekillenen yapýlanma, hilafet ilan ediyor, maaþ veriyor, pasaport daðýtýyor ve hepsinden önemlisi önceki gün bu yapýnýn lideri Cuma hutbesi okuyor.

Þimdi bir an için tüm bu geliþmelerin bölgesel ve uluslararasý dinamiklerden baðýmsýz olduðunu varsayalým. Kuzey Irak’taki baðýmsýzlýk ilanýný veya IÞÝD’in benzer arayýþlarýný bir an için böyle görmeye çalýþalým.

Karþýmýza çok büyük bir soru çýkýyor. Ulus devlet çaðýnýn kapanýþýný ilan eden bu geliþmeler çok ama çok hýzlý ilerliyor. Ýþte o büyük sorunun cevabýna ne kadar hazýr olup olmadýðýmýz, ayný zamanda geleceðimizi belirleyecek.

Hemen yanýbaþýmýzda din, mezhep veya cemaat temelli, yaný sýra etnik ayrýþmaya dayanan yapýlarýn ortaya çýkmasýna ve bunlarla nasýl bir iliþki kuracaðýmýza dair ne kadar fikrimiz var?

Bugünü anlamak isteyen için yakýn tarihte yeterince örnek var. Sözgelimi Lübnan’a baktýðýmýzda gerçekten bir devlet mi görüyoruz? Yoksa mezhep ya da cemaat temelli birtakým devletimsi yapýlarýn biraraya gelmiþ halini mi?

Peki ya Balkanlar? Oraya baktýðýmýzda Soðuk Savaþ sonrasýnda ortaya çýkan küçük ‘devlet’ler ya da devletimsi yapýlar bize ne söylüyor?

Sýcak örnek hemen sýnýrýn ötesinde: Irak. Bu ülkeye baktýðýmýzda gerçekten milli güvenlik metinlerine yazdýðýmýz, zaman zaman da aðýr ve tumturaklý ifadelerle söylediðimiz gibi ‘bütünlük’ görüyor muyuz? Daha açýk ifadesiyle ne zamandýr Irak’ýn toprak bütünlüðü bir gerçeðe karþýlýk geliyor? Yoksa burnumuzun dibindeki bir ayrýþmayý, parçalanmayý ifade edecek ve onunla yüzleþecek gayret ve cesaretimiz olmadýðý için mi böyle söylüyoruz?

Bir de Suriye. Bu saatten sonra hala bu ülkenin sömürgeciler tarafýndan çizilmiþ sýnýrlarýný koruyacaðýný, Þam’daki mezhep temelli rejimin tüm ülkeyi kontrol edeceðini gerçekten düþünen var mý? Hala ‘Suriye’nin toprak bütünlüðü’ diye söze baþlayabilir miyiz? Yoksa orada da din, mezhep ya da cemaat merkezli bir bölünmenin çoktan þekillendiðini görmezden mi geleceðiz?

Peki ne yapacaðýmýzý konuþalým. Eðer tüm bunlarý ‘Etrafýmýz yanýyor, parçalanýyor, sýra bize geliyor’ telaþýyla söylediðimi düþünüyorsanýz, iþte orada yolumuz ayrýlýyor.

Öncelikle tekrar hatýrlatmakta yarar var. Bu sýnýrlarý çizen ve bu sözümona devletleri icad eden biz deðiliz, bu bir.

Ýkincisi, çizilen yapay sýnýrlarýn ortaya çýkardýðý ya da derinleþtirdiði sorunlarýn pekçoðu ile neredeyse yüzyýldýr boðuþan bir ülke olarak sýnýrlarýn deðiþiminden rahatsýz olmamýzý kimse beklemesin.

Üçüncüsü, bu kadar daðýnýk ve parçalanmýþ görünen bir tabloyu, tarihsel derinlik ve coðrafi kaderin eþssiz nimetleriyle barýþ içinde kuþatabilecek tek alternatif de Türkiye’dir. Bundan isteyen Osmanlýcýlýk çýkarsýn, isteyen baþka isimlendirmelerde bulunsun. Farketmez.

Yapmamýz gereken, pekçok sýcak örnekle karþýmýzda duran bu yeni halin dinamiklerini doðru anlamak, yeni bir tanýmla din, mezhep, cemaat ya da etnik merkezli arayýþlarý, beklentileri karþýlayacak bir devlet aklý üretmek.

Zor mu, hem de çok zor. Ama zoru baþarmak dýþýnda seçeneðimiz de yok.