Korsan eylemde enselenen Profesör

Nedim Şener’ler, Soner Yalçın’lar filan tutuklandığında, muhbir Profesör Mümtaz’er Türköne şunları yazmıştı (Salih Tuna’nın köşesinden aktarıyorum): “Bazı gazetecilere veya moda tabiriyle kanaat önderlerine- Oda TV’de ele geçen ‘Ulusal medya 2010’ dokümanından bahsetmek, hırsızı iş üzerinde enselemeye, suikastçıyı parmağı tetikte pusuda yakalamaya benziyor. (...) Başından itibaren Ergenekon davasının sulandırılması, içinin boşaltılması faaliyetleri düzenli olarak bu tekniklere uygun yapıldı. Son örneklerden biri: Savcı, Nedim Şener’e toplam elli soru soruyor. Dönüp hangi gazetelerin ve köşe yazarlarının, bu elli sorudan üçünü alıp ‘bu soruların neresinde suç var’

diye başlıklar attıklarına, yorumlar yaptıklarına bakın. ‘Zayıf halkanın davanın geneliyle özdeşleştirilmesi’ başka nasıl yapılır?”

Niçin bu hatırlatmayı yapıyorum?

Muhbir Profesör, geçenlerde Silivri Cezaevi’nin önüne gitti ve tutuklu gazeteciler Can Dündar ve Erdem Gül için başlatılan “Umut Nöbeti”ne katıldı.

Sonra da, Türkiye’deki sol çevreleri, iktidara karşı yeterince mücadele etmemekle suçladı... “Sünepeler” filan dedi.

Dikkatinizi çekerim:

Nedim Şener ve diğer tutuklu gazetecilerin içeriden çıkmamaları için canını dişine takan muhbir Profesör Mümtaz’er Türköne, Can Dündar ve Erdem Gül salıverilsin diye “umut nöbeti”ne yatıyor. Buradan elde ettiği şımarıklıkla da, “Erdoğan’ı durdurmak lazım... Solda bu yetenek ve cesaret görülmüyor. Ağlayıp, sızlayıp şikâyet ederek neyi değiştirebilirsiniz? Nedir bu sünepelik Allah aşkına?” diyerek, Türk soluna ayar ve istikamet veriyor.

Demek ki, muhbir Profesöre göre, bazı gazeteciler içeride tutulabilir, bazı gazeteciler tutulamaz...

Bir örnek daha:

Muhbir Profesör, bundan bir süre önce, Zaman gazetesindeki köşesinde iki adet yazı yazdı ve “Savcılar niçin Ahmet Kekeç’i tutuklamıyor?” diye sordu: “Derhal tutuklasınlar...”

Sebep?

Sebep şuymuş: Ahmet Kekeç, Cumhurbaşkanı Erdoğan’a “Yezit, Firavun” diye saydıran köşe yazarlarını eleştiriyorum görüntüsü altında, o yazarların hakaretlerini tekrarlıyormuş. Yasaya göre bu fiil, tutuklamayı gerektiriyormuş.

Bu güzel insana sormuştum: O hakaretleri tekrarlıyorum diye beni savcılara gammazlıyorsun, aferin tıynetinin gereğini yerine getiriyorsun da... O hakaretlerin asıl sahiplerine, Ekrem Dumanlı’ya, Bülent Keneş’e ve diğer “mülâaneci” dostlarına niçin itiraz etmiyorsun?

Cevap yok...

Heybeden çıkacağını söylediği “büyük turp”la ilgili sorularıma da cevap vermemiş, kendini unutturmaya çalışmıştı... Hani hükümetin akıbeti “Şubat ayının ortalarında” belli olacaktı, adaletin keskin kılıcı inecek bazı başlar düşecekti...

Dün yaptıkları ortadayken, bugün utanmadan Can Dündar ve Erdem Gül için umut nöbetine yatan muhbir Profesör, içeri attırmayı başarsaydı bu satırların yazarı için de benzeri bir eylemde bulunur muydu?

Sanmıyorum...

Bir gün içeri düşersem, böyle bir işe yeltenmesin. Benden ırak olsun...

Fakat bir dakika!

Muhbir Profesör Müamtaz’er Türköne, Can Dündar ve Erdem Gül için başlatılan “Umut Nöbeti”ne izinsiz gitmiş...

Basın Konseyi’nin bildirisinden okuyalım: “Umut Nöbeti organizasyonunu, ilk dakikalarından itibaren Basın Konseyi üstlenmiş, gelişmeleri gün gün kamuoyuyla paylaşmıştır. Basın Konseyi’nin çizelgesi dışında Silivri Cezaevi önünde nöbet tutanlardan ve (mücadele edenler için) kırıcı sözler sarf edenlerden Basın Konseyi sorumlu değildir.”

Neymiş?

Muhbir Profesör, herhangi bir çağrı almadan, ismini nöbetçiler çizelgesine kaydettirmeden, “kendiliğinden” gidip (hangi yüzle gitti acaba?) Silivri Cezaevi önünde nöbete yatmış. Yani “korsan eylem”de bulunmuş.

İlk eyleminde de Basın Konseyi tarafından enselenmiş.

Hani, Nedim Şener’i içeride çürütmeye azmettiği yazısında, Ulusal Medya 2010 isimli uyduruk belgeden bahisle, “hırsızı iş üstünde enselemek” gibilerden laflar ediyordu ya...

Kendisi iş üstünde enselendi!