Köþk’ün odalarý ve bahçesi

Kalburüstü Kürd asýllý politikacýlarýmýzdan, hattâ belki de devlet adamlarýmýzdan, Sayýn Ahmet Türk demiþ ki “Bizim Türklükle bir problemimiz yok!” .

Ne mutlu ona!

Böylece baþýndan hiç deðilse bir derd eksik oluyor.

Benimse maalesef  Türklükle problemim var!

En basitinden baþlamak gerekirse bir kere bu kelimenin ne anlama geldiðini bilmiyorum. Eskiden (delikanlýlýk yýllarýmda?) bilirdim, daha doðrusu bildiðimi sanýrdým ama yaþlandýkça (bunadýkça?) tedrîcen idrâk ediyorum (kafama dank ediyor?) ki o bildiklerim (bildiðimi sandýklarým?) hakýykate tam mânâsýyla tetâbuk etmiyor.

En azýndan bana artýk öyle gelmeye baþladý.

Neydi Türklük uzun süre bana öyle gelen þekliyle?

“Delinse yer, çökse gök, yansa kül olsa dört yan;

Yüce dileðe doðru yine yürürüz yayan.

Fýrtýnadan, tipiden, kasýrgadan yýlmayan,

Ölümlerle eðlenen Tunç yürekli Türkleriz.”

Bu olaðanüstü canlý türü behemehâl ve lâakâl Batý’nýn “yapýþýk ikiz kardeþi” olacak, ayrýca kendi öz mâzîsini ve o mâzî sýrasý arkadaþlýk etdiði veyâ hoþlandýðý herþeyi inkâr edecekdi ki adam sýrasýna alýnabilsin!

Siz kendinize hangi gözle bakar, kaç paralýk deðer biçerseniz ergeç baþkalarý da ayný þeyi yapar!

“Ben yanaþmayým!” diye ortalýkda dolaþana kimse bey muâmelesi çekmez!

Bu o kadar böyledir ki hattâ “Ben bey’im!” diye dolaþanlarýn dahî hepsine çekmiyorlar!

Türkiye en az 150 sene Batý’dan birilerinin gelip kendisine “Sen beysin!” demesini bekledi. Farkýnda deðildi ki o bizzat “yanaþma” olmaya özenmeden evvel zâten herkes onu öyle bir statüde görüyordu.

Sonunda “Eh, kalýbýnýn adamý deðilmiþ!” diyerek o pek heves etdiði yanaþma derekesine indirildi.

Bugünse tam tersine, zamân içinde tam olarak benimseyip “içselleþtirdiði” yanaþma statüsünden bir anda çýkýp “bey statüsü”ne kabûl edilmeyi arzûluyor.  

Halbuki yanaþma statüsünü siz istemeniz bile sýrtýnýza yükleyebiliyorlar ama beylik pek öyle deðil.

Onu bir þekilde hak etmek gerekiyor.

Ýþte bir süredir Türkiye’nin çözmesi gereken problem!

Bu meseleyi belki þu þekilde halledebilir:

Bir kere “Avrupa Birliði” denilen “Hýristiyanlar Kulübü”ne ille de girmek zorunda olmadýðýný Brüksel’e ve dolayýsýyla Brüksel’i bir tür baþkent ittihâz etmiþ bütün AB üyesi ülkelere “etkin tarzda” hissettirir. Böylece üye bir Türkiye’nin AB’ye ihtiyâcý mý daha büyükdür yoksa AB’nin mi üye bir Türkiye’ye daha fazla ihtiyâcý vardýr sualine kesin cevab alýnmýþ olur.

Gerçi Türkiye’nin AB’ye çok fazla ihtiyâcý ve bu örgüte daha ziyâde yük olma ihtimâli onyýllarca daha kuvvetliydi ama Türkiye’nin, demokratik reformlarýný gerçekleþtirmesi için dâhildeki gerici unsurlara karþý baský unsuru olarak!

Öte yandan AB’nin; Ortaasya, Ortadoðu ve Kafkaslara açýlan kapý olarak Türkiye’ye ihtiyâcý gün-be-gün artýyor.

Bundan ötürü Türkiye’nin “Müslüman” bir ülke olarak bir Hýristiyanlar kulübüne üye kabûl edilmesini sîneye çekmeye râzý olan ülkelerin sayýsý da artýyor.

Zâten ekonomik alanda on yýldýr olaðanüstü baþarýlar gösteren Türkiye’nin AB’ye artýk yük olmak þöyle dursun “ilaç gibi” geleceði de belli olmaya baþlýyor.

Baþa dönecek olursam benim Türklükle problemim bu hususlarda kendini gösteriyor.

Kendimi “yanaþma” olarak görmeyi aslâ kabûl etmedim ve edemem!

Batý’nýn “ikiz kardeþi” olmak ise -tâbir mâzur görülsün- oramda buramda bile deðil!

Haa, bakýn, Avupalýyla ikiz kardeþ olmayý reddeder miyim?

Elbet etmem!

Gelip o ricâ ederse âmennâ!

Etmezse de saðlýk olsun!

Tek çocuk olarak büyümenin avantajlarý da az deðildir.

Zâten “Köþk”ün bir odasýnda da “Ahmet-Türkgiller” oturuyor, gider bahçede onlarla oynarým.