Kötümserlik mi iyimserlik mi?

Bu yýl barýþ olmasýný hiç doðru bulmuyorum.

Çünki bu takdirde savaþ sâdece 29 yýl sürmüþ olacak.

Oysa diþimizi sýkýp bir sene daha boðuþsak bizim de bir Otuz Yýl Savaþýmýz olurdu.

Avrupa’daki Otuz Yýl Savaþý 1618-1648 arasý cereyân etmiþdi. Zâten üçyüz seneden fazla gecikmiþiz, þimdi tam yüzüp yüzüp kuyruðuna gelmiþken, tâbir câizse, son düzlükde bitiþ düdüðü çalmak tam bize mahsus bir alaturkalýk.

Bir “Otuz” Yýl Savaþý’ndaki akýcýlýða bakýnýz bir de “Yirmidokuz” Yýl Savaþý derkenki tutukluða!

Bir yandan diyoruz ki Avrupa’da ne varsa bizde de olsun; ama öte yandan böyle bir sallapâtilik...

Biz bu gidiþle AB’ye nah gireriz!

Üstelik onlarýn daha bir de Yüz Yýl Savaþý var ki kimsenin gözü yýlmasýn diye o mevzua henüz hiç deðinmiyorum.

Avrupa’daki Otuz Yýl Savaþý din hürriyeti yüzünden patlak vermiþdi. Daha doðrusu bu hürriyetin olmayýþý yüzünden, zîrâ çok büyük çatýþmalardan sonra 1555’de zor belâ imzâlanan Augsburg Barýþ Andlaþmasý’na göre her ülkenin halký hükümdârýn mezhebinden olacakdý.

“Cuius regio, eius religio!” (Kim hükmediyorsa onun dîni!)

Kepâzelik!

Ýþte bu zorlama yüzünden 1618’de çýkan savaþ tam otuz sene sürmüþ ve aþaðý yukarý tamâmen Alman topraklarýnda cereyân ederek takrîben beþ milyon insanýn ölümüne yol açmýþdýr. 17. Yüzyýl için dehþet verici bir rakam.

Yâni Avrupa’da din hürriyeti böyle bir bedel ödenerek elde edilmiþdir.

Ýyi de bizdeki henüz yirmidokuz yýllýk savaþ ne uðruna patlak verdi ve tahmînen 30/35 bin, bâzý biraz abartýlý tahminlere göre ise 40 bin kurbâna raðmen niçin hâlâ devâm ediyor?

Kaldý ki 30 bin, 40 bin bir yana sâdece bin olsa prensip olarak ne farkeder?

Harblerin gerçek sebeblerini öðrenmek için de týpký polisiye vak’alarda, meselâ cinâyetlerde olduðu üzere þu sualin sorulmasý ve ona doðru bir cevâbýn verilmesi þartdýr:

“Cui bono?” (Kime yarýyor?)

Gerçi 1984’den bu yana gerek yakýn çevremizde gerekse bütün dünyâda çok þey deðiþdi ama deðiþmeyen bâzý þeyler de var. Meselâ bütün bitiþik ve yakýn komþularýmýzýn, güçlenmiþ, “büyük devlet” statüsüne girmiþ bir Türkiye’den duyduklarý derin endîþe, hattâ bir dereceye kadar “mistik” korku.

Bunun iki istisnâsýný Gürcistan ve KKTC oluþturuyor. Tabii ki hiç yokdan iyidir ama yine de biraz yetersiz gibi...

Bunun dýþýnda Türkiye’nin Önasya, Doðu Akdeniz ve Balkanlar’da “Lider Ülke” olmasýndan hiç, ama hiç hoþlanmayan tekmil Avrupalý, Afrikalý ve denizaþýrý ülkeleri teker teker saysam yerim dolar da taþar. Halbuki bu ülkelerden önemlice bir kýsmý, bilhassa nisbeten yakýnýmýzda bulunanlar kuvvetli bir Türkiye’den ancak avantaj saðlayabileceklerini 90 yaþýndaki Türkiye Cumhûriyeti’nin târihinden kolaylýkla çýkarabilirler. Türkiye, en önemli “ihraç” ürünlerinden biri “istikrar” olan bir devlet.

Bunun niye böyle olduðunu anlamak için bir Eski Dünyâ (Asya, Avrupa, Afrika) haritasýný açýp Türkiye’nin yerine bakmak kâfîdir. Üç kýt’anýn kesiþdiði alanda öyle bir mevkýy ki görünce sinirleri zayýf  her Türkün sýrtýndan ter boþanabilir.

Allah muhâfaza, öyle netâmeli bir kavþak!

Komþularýmýz, Türkiye büyük gayret sarfetmese bu bölgede kalýcý bir barýþ olabilir mi sorusunu sorsalar ne iyi ederlerdi.

Üstelik bu kalýcý barýþý saðlamak için içimizdeki üniformalý ve sivil savaþ tâcirleriyle de kýyasýya boðuþan bir Türkiye var önümüzde!

Bundan 950 sene önce bizleri getirip bu ülkeye yerleþtiren Çaðrý Bey ile Tuðrul Bey’in mekâný Cennet olsun olmasýna da omuzlarýmýza yükledikleri görevi lâyýkýyla yerine getirmek için dâimâ yüksek formda olmamýz/kalmamýz gerekiyor.

Öte yandan son birkaç yýlýn verileri hiç de fenâ sayýlmaz.

Ben kötümser deðilim.