Kripto telefon ve Kiramen Kâtibin

Türkiye’nin çok yönlü bir saldırıya maruz kaldığı, at izinin it izine karıştığı, kalplerin kafaların kasten karıştırıldığı bir dönemden geçmekteyiz ve bu dar zamanda hem tehlikeyi görüp tedbirli ve sağlam durmak, hem en az hasarla atlatmanın yollarına bakmak zor lakin zorunlu.

7 Şubat 2012’de başlayan fazla ileri, fazla cüretli saldırının gelip dayandığı noktaya bakınca olup biten hiçbir şeyin iç dengeler, iç politikalar ve iç hesaplarla ilgili olmadığını (bu durumdan nemalanmak için kenarda bekleyip el ovuşturanları buna dahil etmiyorum, onlar her zamanki kifayetsiz fırsatçılar), yerli taşeronun arkasında “küresel kara kurullar”ın olduğu anlaşılıyor.

Başbakan Erdoğan dünkü grup toplantısında kendisinin, Cumhurbaşkanının, bakanların kullandığı ve devlet güvenliği açısından dinlemelere karşı şifrelenmiş olan kriptolu telefonların dahi (TÜBİTAK içindeki paralel yapılanma tarafından) dinlendiğini söyledi.

Bunu Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı söyledi!

Bu, casusluk faaliyeti demektir. Türkiye’nin ulusal güvenliği saldırı altında demektir.

Bu durum Türkiye’yi yönetmeye aday tüm siyasi partilerin ve parti liderlerinin siyaseti aşan, devlete kast eden böyle bir saldırı karşısında ortak bir tutum almalarını gerektirir.

Üstelik partilerin alacağı tutum, sadece onların ne ölçüde devlet adamı olduklarını değil bu tür saldırılara karşı Türkiye siyasetçi stokunun niteliğini de göstereceği için, saldırıyı yapanlar açısından bir tür yoklama anlamı da taşıyacaktır.

Lakin muhalefet partilerinin genel başkanları dünkü performanslarıyla -bir müddet daha- devlet değil becerebildikleri ölçüde parti yönetimiyle iştigal etmelerinin Türkiye’nin âli çıkarları için daha uygun olduğunu ispatladılar. Geçelim.

Konunun bugün toplanacak Milli Güvenlik Kurulu’nun öncelikli maddesi olması kaçınılmaz. MGK’da alınacak kararlar ve halkın 30 Mart’ta yapacağı hakemlik sayesinde Türkiye elbette bu saldırıları da atlatacak. Ancak işin idari ve hukuki boyutları acilen değerlendirilmeli ve cezai yaptırımlar zaman kaybetmeden kamuoyuna açık şekilde uygulanmalı.

Gelelim, bütün bu olanlarla paralel yapı diye yazılan, Cemaat diye okunan yapının ne ilgisi olduğuna. Eğer doğrudan bir ilgisi varsa, 7 Şubat 2012’den 17 Aralık 2013’e dek “cemaat edindiği güçle sivil siyaset üzerinde zorla vesayet kurmaya çalışıyor” şeklinde yaptığım analizimi “bu, siyasete vesayet değil Türkiye’ye ihanettir” diye tashih etmem gerekiyor.

Bir olasılık okuması yaparsak;

- Yolsuzluk ve rüşvet kılıklı siyasi kuşatma operasyonunu eski ve yeni vesayetçi çevrelerin medyasının büyük bir iştah ve nesnellikten uzak bir habercilikle, uluslararası kamuoyunu da kapsayan bir algı operasyonuna çevirmesi.

- Aynı çevrelerin MİT TIR’larına, MİT faaliyetlerine açık husumeti ve kanunsuz müdahalelerin hızla haberleştirilmesi, İngilizceye çevrilmesi ve bu manipülatif yahut sıfırdan yalan haberlerin ilk alıcılarının İsrail ve Neocon medyası olması.

- Kriptolu telefonların dinlenmesinin de devlet sırlarının bir yerlere servis edilme ihtimalinin de nedense bu kesimlere hiç dert olmaması.

- Farklı toplum kesimlerinden 7 binden fazla insan 3 yıl boyunca dinlenirken bu kadar kalabalık bir listede Cemaatin içinden ya da çeperinden kimselerin olmaması.

- “Biri bir alufteye gidecekmiş, haber verdiler, aradım önledim” diye henüz işlenmemiş bir günahtan erken uyarı sistemiyle haberdar olan zatın bizi bundan haberdar etmesi bir şeyken, hayat kadınlarını da kapsayan ve yavaş yavaş ortaya çıkmakta olan muhaberat + tuzak düzeneğiyle ilgili cümlelerin niyeyse hep gizli öznelerle kurulması.

- İnsanların mahrem alanları sırf şantaja yarayacak bir bilgiye ulaşmak ve o sayede Türkiye’yi teslim almak umuduyla izlenip kaydedilirken işlenen suçların günahların, Cemaati temsil kabiliyeti olan isimlerce “Canım Allah da bizi izlemiyor mu, saklayacak şeyi olmayan rahatsız olmaz” diye tevil edilmesi, Kiramen Katibin’den rol çalınması.

Olasılık mı gerçek mi hep birlikte göreceğiz.