Kriz ve Avrupa

Mülteci dalgasý ve Paris saldýrýlarý sonrasýnda Avrupa’nýn verdiði tepkiler, bir yönüyle 1990’larda Balkanlarda yaþanan trajediyle kurduklarý iliþkinin, diðer yönüyle ise Kuzey’in kendi týkanmýþlýðýnýn bir parçasý olmalarýnýn yansýmasýndan ibaret. Wall Street Journal’a yazan Robert Kagan’ýn ‘postmodern dünyanýn meydan okumasý’ tespitiyle birlikte, Ýngiliz diplomatý Robert Cooper’dan alýntýladýðý “kendi aramýzda hukuku korumalýyýz ama ormanda faaliyet gösteriyorsak, orman kanunlarýný da kullanmalýyýz” yaklaþýmý büyük ölçüde Avrupa açýsýndan meseleyi özetlemektedir.

Ortaya konulan yaklaþýmýn yalnýzca ahlaki sorunlarý olsaydý, üzerine fazlaca kafa yormayý gerektirmezdi. Ancak bu bakýþ açýsý, hem ahlaki hem de reelpolitik anlamda ciddi bir krize iþaret ediyor. Ahlaki kýsmýnýn bir eleþtiriye tâbî tutulmasýnýn fazlaca bir anlamý bulunmuyor. Zira postmodern bir dönemde tecrübe edilen ahlaki tefessühün, son krizi aþan ekonomi-politik ve felsefi tabiatý hem Batý içerisinden hem de dýþarýdan yoðun bir þekilde eleþtiriliyor.

Bu eleþtirilerin en büyük sorunu, ‘kör bir ahlakçýlýk ya da ekonomizm’ eksenine bütün meseleyi hapsederek felsefi krizi belli ölçüde tarif etseler bile, reelpolitik tercümesini yapamamalarýndan kaynaklanýyor. Mesela, Paris saldýrýlarý sonrasýnda ortaya çýkan entelektüel vandalizm bunun en açýk örneklerini oluþturuyor. Sistemik ve yapýsal analizler yaptýðý farz edilen birçok ismin, meseleyi hýzla köklerinden ve süreçlerinden koparan güvenlik analizlerine ya da ‘orman kanunlarýna’ -üstelik- hiçbir ahlaki sorumluluk hissetmeden savrulduðunu görüyorsunuz. Ýþin bu yönünü fazlaca bir ümit vermediklerinden bir tarafa býrakarak, ‘ormanda orman kanunlarý’ yaklaþýmýnýn reelpolitik ve jeopolitik anlamda ne kadar gerçekçi olduðuna ve sonuç alacaðýna odaklanmakta fayda var.

Öncelikle, ‘kendi aramýzda hukuku korumalýyýz’ diyenlerin hem fiilen hem de küreselleþme masallarýyla pek ‘kendi aramýzda’ kalacak bir dünyada yaþamadýðýmýzý uzunca yýllardýr anlatanlar olduklarýný not edelim. Aksine doðrudan iþgaller ve müdahalelerle, küresel ekonomik ve finansal aðla, dünyada pek ‘kendi aralarýnda’ olacak bir yer kalmadýðý da ortada.

Diðer yandan, ‘orman’ ilan edilen bölgelerin nasýl orman olduðu, hepsinden önemlisi ormanda kendilerinin ne aradýðý ise hiç duymak istemedikleri sorularýn baþýnda geliyor. Ayný eksenin Türkiye’deki tüketicileri ise kabaca ya salt Ýslam merkezli tartýþmalara odaklanmayý ya da olduðu gibi Batý’da yaþanan krizi nasýl anlamamýz gerektiði yönünde doðrudan tercüme faaliyeti yapmayý tercih ediyorlar. Sonuçta, ‘küresel entelektüel sýðlýk’ yeniden üretilmeye devam ediliyor.

Gelinen noktada, Avrupa açýsýndan meseleyi mülteci krizine indirgemenin ciddi zorluklarý bulunuyordu. Soruna terörizmin de bulaþmasýyla birlikte daha geniþ bir bakýþ açýsý yerine, mülteci krizini ‘orman kanunlarý’ düzeyinde yönetmeyi mümkün kýlacak bir fýrsatýn ortaya çýkýþý doldurmaya baþladý. Elbette bu yaklaþýmlar ilk anda bütün sýðlýðýna raðmen raðbet görecektir. Lakin orta vadede sorunlarý halýnýn altýna süpürme giriþiminden öteye geçmesi mümkün deðildir.

Baþta Filistin olmak üzere, Suriye ve Irak’ta asýrlýk düzenin ömrünü uzatma ekseninden çýkýlmadýðý sürece, palyatif tedbirlerin morfin etkisi kýsa vadede geçecektir. Hele Mýsýr gibi her anlamda büyük bir yaranýn her geçen gün ciddi anlamda iltihap kaptýðý ortadayken ve orta vadede patlamasý durumunda, hem mülteci dalgasý hem de krizin sirayet etkisi tahmin edilenden çok daha büyük olacaktýr.

Þümullü bir yaklaþým sergilenmediði sürece, krizin ‘orman kanunlarýyla’ yönetilebileceði yanýlsamasý her geçen gün güçlenmeye devam edecek. Avrupa’nýn, ayný kriz bölgelerinde her seferinde statükodan yana yaptýðý tercihlerin ardýndan ortaya çýkan sorunlar karþýsýnda sadece siyasetsizliðe savrulmasý, ‘orman kanunlarýný’ uygulayacaklarý bölgeler meselesinden ziyade Avrupa’nýn nasýl bir ormana dönüþeceði sorununu büyütecektir.