Krizi yeniden okumak

Bitti mi?    Haftalardır boğuştuğumuz kriz, operasyon ya da saldırıyı gerçekten atlattık mı?

Olup bitenin ortalığı yakıp yıkan yağmacılardan, ‘duran’ adamlardan, onların eylemlerine güzelleme yazan tetikçilerden ibaret olmadığını artık herkes görüyor.

Ancak bu büyük saldırının bittiğini düşünürsek, işte o zaman çok daha büyük bir operasyonun kapısını kendi ellerimizle aralamış oluruz.

Elbette bu operasyonun ekonomik boyutu çok önemli. Nitekim hadiselerin en gergin anlarında bile Türkiye’deki büyük bir sermaye grubunun ve ona yıllar yılı yardım ve yataklık etmiş medya çetesinin, ısrarla direniş göstermesi bunun ifadesi. Burada hem ekonomik istikrara darbe vurma, hem de belli odaklara ekonominin hala kırılgan ve müdahaleye açık olduğunu gösterme çabası dikkat çekiyor.

Ancak tüm bunların ötesinde, hem bu ayaklanma girişimini, hem de arkasındaki güç merkezlerinin ne yapmak istediğini doğru anlamak zorundayız. Sadece ekonomiden ibaret bir analiz bizi yolda bırakabilir.

***

Türkiye, İslam dünyasında farklı bir yere, tarihsel tecrübeye ve sıkça tartışılsa da bir ‘model’e sahip. Bu modelin Fas’tan Mısır’a, Suriye’den Bahreyn’e kadar geniş bir alanda etki uyandırdığı, konuşulduğu ve hayli ilginç benzerlikler ürettiği de malum. Yanlış anlaşılmasın, Türkiye bir modeldir demiyorum. Sadece ciddi bir etkileşimden söz ediyorum.

Ancak biz ne kadar kısık sesle söylemeyi tercih etsek de, Türkiye’nin İslami tecrübesinin sadece İslam dünyasında değil, uluslararası merkezlerde de ciddi yankı/merak uyandırdığı gerçeğini örtemeyiz.

Başbakan Tayyip Erdoğan, güçlü bir lider. Türkiye’nin daha önceki tecrübelerinde, özellikle de İslam’ın siyasi ve ekonomik hayatın içinde var olmasına katkı sağlayan aktörler arasında bu yönüyle bir ilk. Adnan Menderes, şimdilerde çok farklı bir çizgiye oturmuş olsa da Süleyman Demirel, Turgut Özal ve Necmettin Erbakan, bu tecrübenin oluşumuna katkı sağlarken, Erdoğan kadar güçlü olduklarını söylemek mümkün değil.

Konu buraya gelmişken, Erdoğan’ın gücünü sadece uluslararası ve bölgesel dengelere bağlamak, onun ötesinde bu liderliğin toplumsal karşılığını görmemek tuhaf bir yaklaşım. Az önce saydığım liderlerin herhangi biri, böylesine güçlü bir toplumsal desteğe ve temsil özelliğine sahip değildi. Peş peşe gelen Ankara, İstanbul ve Kayseri mitingleri, iddia edilenin aksine ‘devlet aygıtı’nın ya da parasal mekanizmaların hareket geçirdiği bir kalabalığa işaret etmiyor. Tam aksine muazzam bir desteğe ve sahip çıkışa karşılık geliyor.

Sorun tam olarak bu. Böyle güçlü bir liderliğin varlığı, özellikle de yaşadığımız ülkede Müslümanları ‘demokratikleşme sürecinde kullanıp atabilecekleri yığınlar’ olarak görenleri fena halde zor durumda bırakıyor. Düne kadar AK Parti ve onun etrafındaki geniş toplumsal desteği demokratik değişimin olmazsa olmazı görenler, bugün ağızlarından ‘baskı, otorite, diktatör’ gibi suçlamaları eksik etmiyor.

Öncelikle Erdoğan’ın doğal gücü ve toplumsal karşılığının giderek artması, geniş kesimleri ‘kullanıp atabilecekleri geçici müttefikler’ olarak görenlerin hesabını bozmuştur. Tam da bu nedenle Gezi operasyonunda Erdoğan’ın karşısına böyle bir ittifak çıkmıştır.

İkincisi, Türkiye’de birkaç istisna isim dışında sahici bir liberal düşünce geleneğinin olmadığını; liberal sıfatı taşıyan mevcut isimlerin İstanbul sermayesinin kendilerine gösterdiği ilgiye göre inişli-çıkışlı tavırlar gösteren sıradan isimler olduğunu tüm açıklığı ile görmüş olduk. Yanaşma olmakla, bağımsız olmak arasında böyle bir fark var.