Krizlerden doğan fırsatlar

Fransa Cumhurbaşkanı’nın Türkiye ziyaretinin hemen ardından Türkiye’nin cumhurbaşkanı İtalya’ya, başbakanı da İran’a hareket etti. Gayet tabi ziyaretlerin kasıtlı olarak birbiri ardına eklendiğini söylemek doğru olmaz. Art arda gelmiş olmaları, Türkiye’nin dış politika çerçevesini görmeye yardımcı olur.

Hollande, Fransa-Türkiye ilişkilerinin geliştirilmesinin yanı sıra Türkiye-AB ilişkilerinin de canlanması gereğine dikkat çekerek 23. ve 24. başlıkların, yani Yargı ve Temel Haklar ile Adalet, Özgürlük ve Güvenlik başlıklarının açılabileceğini ima etti. Burada belirtelim, söz konusu iki başlığın açılması önündeki Fransa vetosu zaten kalkmış durumda, dolayısıyla mesele AB Konseyi’nden karar çıkartılmasında.

AB Fransa ile sınırlı  değil ve kabul etmek gerekir ki Türkiye’nin üyeliğine karşı çıkma konusu Fransa’nın üzerine kalmış vaziyette; oysa bu konudaki esas oyuncu Almanya. Merkel, Sarkozy gibi konuşup durmadığı için ülkesini hedefe koymamıştı ama, Türkiye için üyelik dışı bir formül bulunması fikri Alman Hıristiyan demokratlardan çıkmıştı. Bununla birlikte, Türkiye’nin üyeliğine, derece olumlu yaklaşan üye ülkeler de var ve bunlardan biri de İtalya.

Güney ekseni

Fransa ile İtalya’yı ve hatta İspanya’yı da birlikte düşünürsek, bu ülkeler AB’nin güney ekseni ve Akdeniz stratejik bölgesinin güçleri olarak görülebilir. Bu durumda AB’nin Akdeniz’e öncelik verilmesini tercih eden ülkelerin Türkiye’nin önemini yeniden hatırlamaları doğal.

Türkiye’yi yeniden hatırlamanın yöntemi sadece ikili stratejik ilişkilerin geliştirilmesi ya da NATO içindeki safların sıkıştırılması olarak anlaşılıyor ise, bunun denendiğini ama kalıcı sonuçlar alınamadığını hatırlatmak gerekir. Bu durum fark ediliyor olmalı ki, bugün söz konusu yakınlaşmanın zemini olarak yeniden AB ima ediliyor. Cumhurbaşkanı Gül’ün İtalya ziyaretinde bu konunun da görüşüldüğüne şüphe yok, zira AB sürecini hızlandıracak kararlar alınmasında İtalya da büyük rol oynayabilir.

Bir tür Akdeniz ittifakının kurulmasına, bu ittifakın Doğu Akdeniz’de yani Suriye-Lübnan-Filistin hattında ağırlık oluşturmasına Türkiye’nin bir itirazı yok. Ancak bu ittifak Sarkozy’nin Türkiye’yi AB’ye almamak için bulduğu Akdeniz için Birlik projesi gibiyse, Türkiye’nin avantajlarını müttefikleriyle paylaşmasının anlamı yok.

Türkiye Doğu Akdeniz’i AB’ye bağlayacaksa, AB’nin de Türkiye’ye bağlanması beklenir.

İran bağlantısı

Türkiye’nin AB güney ekseni tarafından yeniden hatırlanmasının bir diğer nedeni de İran ile gelişmekte olan ilişkiler. Bu hem yeni enerji aktarımları anlamına gelir, hem Irak’ı kapsar hem Kürtleri hem de yeni Suriye’yi. Ama belki daha önemlisi, İran-Almanya samimiyetine yeni oyuncuların katılabilmesi demek olur.

Anlaşılan o ki, Almanya İran ile olan ilişkilerine diğer AB üyelerini pek dahil etmemiş. O diğer ülkeler açısından Türkiye-İran ilişkileri çok değerli hale gelmiş durumda, zira yeni bir açılımı ima ediyor. Hattın bir ucunu Fransa-İtalya’ya, diğer ucunu da İran’a bağlayınca, Akdeniz bir kez daha yıldızı parlayan yer oluyor. İşte birinde Cumhurbaşkanının diğerinde başbakanın olması bundan çok önemli.

Bu hat, Türkiye’yi bir yeri diğer yere bağlayan oyuncu haline getirir, ancak önemli olan Türkiye’nin bunu AB üyesi olarak yapması; yoksa ‘köprü’ ülke olarak kalmaya devam eder. Gelişmeler, Mısır ve Suriye krizlerinin nasıl fırsata dönüştürülebileceğinin yollarını gösteriyor. ‘Sadece ben kazanayım’ denen oyundan ‘kazancı paylaşalım’ oyununa geçilmesi; başkaları kazanırken kazanmak anlamına gelen yeni bir oyunun kurulmasına karşılık geliyor.