Küçük ev, Bononza, Çalar Saat

Dışarıda kararsız bir yağmur... Pastahaneden çıkan bir çocuk, yağmurluğunu giymemiş, sadece kapşonu takmış başına.

Elindeki poğaçadan bir ısırık aldı, sonra neredeyse yarısını koparıp kaldırımdaki köpeğe verdi.

Saat daha 7’ye vardı, hava aydınlanmamıştı, Bahçeköy’de, kırımızı ışıkta beklerken şahit oldum bu manzaraya.

Belki de cebindeki parayla tek bir poğaça alabilen ve onun da yarısını paylaşan bir çocuk...

Yeşil yanar yanmaz kornaya bastı ardımdaki, park yeri de yoktu, durup bir poğaça daha alamadım o çocuğa, ayıp benimki.

Ama sonra sevindim de hepimiz adına. Benim çocukluğum Küçük Evi Bononza dizisini seyrederek geçti.

Küçük Ev’de yokluğu ve dertleri paylaşan bir aile vardı, Bononza kovboy dizisiydi ama onlar da belayı paylaşan kardeşlerdi.

Televizyonlar uzun zamandır bireysellik ve bölüşme öğretiyorlar çocuklara. Oysa bölüşmek ve paylaşmak bambaşka şeyler...

***

Pazartesi öğlene doğru bir arkadaşım aradı. Fox Tv’de, Çalar Saat programında, İsmail Küçükkaya yazını okudu dedi.

Ankara’daki ölümlere rağmen sosyal medyada eğlencesini paylaşan, canımız çok sıkkın olduğu bir dönemde bile şirketlerin basın bülteni yollamasını eleştiren yazımdı İsmail’in okuduğu.

Aklıma 10 Kasım törenleri geldi. Şişli Terakki Lisesi’nde, 10 Kasım ve diğer günlerde mikrofon başına geçen öğrencilerden biriydim.

1986’da 4,5 sayfalık bir senfonik şiir okudum, çok kısa sürede ezberlemiştim. O zaman alkış yasaktı hatta başımızı dik tutmak bile ayıp gelirdi bize.

Sahneden indikten sonra bir sürü öğretmenim yanıma gelip gizlice tebrik etmişti beni.

Hüznü ve gururu aynı anda hissetmek ama yaşayamamak.

Aynı duygu bir kez daha gelip oturdu içime.

12 Eylül’den sonraydı, Kenan Evren Atatürkçülüğü vardı ve Cumhuriyet’in sahibi Nadir Nadi, bu duruma karşın “Ben Atatürkçü değilim” diye kitap yazmıştı. Ne garip zamanlardan geçmişiz...

***

Çocukluk yıllarımda televizyonun içinde küçücük insanlar olduğunu sanan çok sayıda insandan biriydim.

Büyüdüm, bir sürü kanalda çalıştım. Kendimce engellediğim kötü yayıncılık denemeleri oldu ama paylaşmak yerine bölüşmeyi fikrini işleyen yayınlara hiç engel olamadım.

Sabahın alaca karanlığında, bir lokmasını ısırdığı poğaçanın yarısını, sokaktaki köpeğe veren çocuğu görünce bir anda tüm bunlar geldi aklıma.

 Daha bencil daha bireysel mutluluklara kodlanmış bir televizyonculuk anlayışına rağmen halen paylaşan çocuklar var hayatımızda. Ne mutlu bize...

Ve buna sevinebilmek de ne hüzünlü bir durum aslında...