'Küçük olsun bizim olsun’ diyenlerin zihin dünyasý üç aþaðý beþ yukarý aynýdýr. Büyümekte olan yahut kabýna sýðmayan bir yapýnýn, kendi kontrollerinden çýkacaðýndan endiþe duyarlar. Bu endiþe onlarý yapýnýn büyümesini engellemeye ve gerekirse bu uðurda her türlü manevrayý yapmaya, hukuku çiðnemeye yönlendirir.
‘Küçük’ olan üzerinden devam eden çýkarlarýnýn, ‘büyük’ olanda devam edemeyeceðini düþünürler. Esasen haklýdýrlar. Çünkü dar alanda kýsa paslaþmalarla durumu idare ederken, sýra gerçekle yüzleþmeye ve sahici bir duruþ sergilemeye gelince, eski deyimle ‘foya’larý meydana çýkacaktýr.
Türkiye’yi önce Birinci Dünya Savaþý, ardýndan Soðuk Savaþ denilen büyük hapishaneyle kuþatanlar, günü geldiðinde sýnýrlarýnýn ötesine taþacak bir dinamizmi yakayacaðýný kuþkusuz öngörmüþ olabilirler. Ama öngörmekle kuþatmak ya da kontrol altýna almak çok farklý olsa gerek.
Ýster anayasa tartýþmalarý, isterseniz müzakere süreci üzerinden bakalým. Þu anki tabloda karþýmýzda duran ve birbirine taban tabana olan zýt görüþlerin temelinde böyle bir ayrýþma var.
***
Bu bakýþ açýsýna ve okumaya yabancý deðiliz elbette. Nitekim yakýn tarihin belki de en önemli geliþmelerinden birisi olan Arap Baharý, tam da bu bakýþ açýsýyla pekçok çevre tarafýndan peþinen mahkum edildi.
Bu yaklaþýma göre sözkonusu ülkelerin bir tarihi, toplumsal dinamikleri, dünyaya bakýþlarý, gelecek tasavvurlarý yoktu, olamazdý. Herþey uluslararasý aktörler eliyle, onlarýn dayatma ya da oyun planlarýyla devam eden bir kurgudan ibaretti.
Eðer bu tezin temel dayanaðý, o tarihe kadar bu ülkeleri yöneten iktidarlar, baþka bir deyiþle hanedanlar, cuntalar ve diktatörler ise; tam aksine ortaya çýkan yeni durumun bir hak ve adalet arayýþý olduðunu görüp, en azýndan anlamaya çalýþmalarý gerekmez miydi?
Bu coðrafyanýn, tarihin ve geleneðin içinde hak, adalet ve özgürlük arayýþý yok mu? Bunlarý sürekli olarak dýþ güçlerin uzantýsý olarak görmek, tetikçi, ve taþeron olarak algýlamak, kesinlikle saðlýklý bir ruh halinin yansýmasý deðil.
***
Tedbirli olmayalým mý, elbette. Tüm bu dinamikleri etkileyen, hatta zaman zaman belirleyen farklý güç merkezleri ve odaklar olabilir mi, bunun da cevabý evet. Uluslararasý sistem diye bir büyük güç merkezinin, çok farklý araçlarla bu süreçleri yönlendirmek istediði de sýr deðil.
Ancak dünyaya bakýþýmýzý, olup bitene dair okumalarýmýzý sadece bunlar üzerinden kurgularsak, o zaman ne mücadelenin, ne var olmanýn, ne de gelecek üzerinde kafa yormanýn anlamý kalmýyor.
‘Küçük olsun bizim olsun’ zihniyetinin, sürekli korku üreterek, yaný sýra bunlarý tehdide dönüþtürerek bizi sýkýþtýrmak istediði koridorlarda çýkýþ yok, çözüm yok. Hatta daha açýk bir ifadeyle, oralarda tarih yok, millet yok, dolayýsýyla da gelecek yok.
Pekçok farklý anlayýþtan, kesim ve görüþten gelen ‘Akil Adamlar’ heyetine, kamuoyunun belli bir kesimi tarafýndan reva görülen muamele, kelimenin tam anlamýyla zulüm ve haksýzlýk.
Tekrar ifade etmiþ olayým, sözkonusu listedeki isimlerin önemli bir bölümüyle pekçok konuda anlaþmam ya da uzlaþmam çok zor. Zaten Akil Adamlar’ý önemli ve deðerli kýlan da bu. Anlaþmanýz ya da uzlaþmanýzýn çok zor olduðu insanlarla birlikte, son derece kritik bir süreci yönetmek, topluma doðru bilgi aktarmak gibi bir sorumluluk üstlenmiþ durumdalar.
Ýnsaf edelim. Hiç olmazsa oturup ne konuþacaklarýný ve ne anlatacaklarýný beklemek gerekmez miydi. Bu nasýl bir acele, bu ne acýmasýzlýk ve ne garip bir infaz kültürü.
‘Küçük olsun bizim olsun’culara raðmen yarýn bugünkünden daha büyük ve güçlü olacaðýz. Hepsine geçmiþ olsun!