Kültürel hegemonya ve Star’ın ödülleri

Bildiğiniz gibi Star gazetesi, Necip Fazıl Ödülleri’nin ikincisini geçen Cuma gecesi Cumhurbaşkanımızın, Hanımefendinin, Bakanların, çok kıymetli ve coşkulu davetlilerin huzurunda muhteşem bir törenle takdim etti.

Ödüller bu sene de hakkıyla yerini buldu. Jürinin seçimleri isabetliydi.

“Gül Yetiştiren Adam” Rasim Özdenörenonur ödülünü Cumhurbaşkanı Erdoğan ve geçen yılın onur ödülü sahibi “devrimci” Nuri Pakdil’in elinden alırken, Cevdet Karal şiir, İlhan Kutluer fikir araştırma, Senail Özkan tercüme, Sibel Eraslan ise hikaye dalında verilen ödülleri şereflendirdiler.

Ödüller verilirken sahnede görünür olan iki şeye dikkatinizi çekmek isterim.

İlki, ödül sahiplerinin ödülü takdim edenlerle kadim bir dostluğa, ortaklığa sahip olmalarıydı.

Biri siyasetle, diğeri kültür sanatla, ilim irfanla meşgul olsa da “beraber yürüdük biz bu yollarda” denebilecek bir maziye ve istikamete sahip olmaları önemli.

Bu paralellik, siyasi iktidar ile kültürel iktidar bahsinin -gecikmiş de olsa- önümüzdeki dönemde açılacağının bir işareti sayılmalı.

Diğeri “siyaset ve sanat ilişkisi” açısından mühim bir veri içeriyor.

O da, sahneye çıkan siyasetçilerin, en yüksek düzeyde seçilmiş olanın, cumhurun başkanının dahi, edebiyatçıların ve düşünce insanlarının yanındaki “saygılı”, “edepli” ve “iltifatkar” halleriydi. Takdire şayandı.

Başta Cumhurbaşkanı Erdoğan, saygıdeğer eşi Emine Erdoğan, Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş, Kültür Bakanı Mahir Ünal ve İstanbul Belediye Başkanı Kadir Topbaş ödül takdimi için çıktıkları sahnede, ödül sahibinin teşekkür konuşmasını –ki bazen fazla uzamış ve tebliğe dönmüş olsa da, o heyecanı ve seslenme ihtiyacını anlayarak- en zarif halleriyle ve ilgiyle dinlediler. Uzun süreler “huzurda” beklediler.

Buna benzer bir takdiri 2009’da -nefretinden zehirlenmeden önce yani- Ahmet Altan yapmıştı.“Çetin Altan ve Başbakan” başlıklı yazısında şöyle demişti:

“Bir ödül veriyorlardı. Ama orada bir ödülden daha başka bir şey gördüm. Seksen iki yaşındaki bir yazar konuşurken, bir başbakanla kültür bakanı, iki genç delikanlı gibi bir kenara çekilip ayakta dinlediler. Birçok şey gördüm ama bunu hiç görmemiştim. Böylesine doğal bir nezaket, böylesine zarif bir saygı... Belalarla kutsanmış bir hayatın herhangi bir noktasında karşılaşacağımı sanmadığım, bu topraklarda pek rastlanmamış bir sahneydi. Bundan etkilendiğimi itiraf edeyim.”  

Etkilenilmeyecek gibi değil elbette. Kendi doğallığı içinde oluyor ve hiyerarşiye geçit vermeyen bir saygıyı içeriyor çünkü.

Konu burada, Türkiye’de yaşanan siyasi-kültürel hegemonya meselesinin bir ucuna dokunuyor işte.

Taze örnekleri var. Nobel ödülü alan Aziz Sancar Cumhurbaşkanı’nın davetini kabul etti diye, fotoğraf sanatçısı büyük usta Ara Güler Cumhurbaşkanı’nın “resimlerini” çekti diye, kendini bu ülkenin sahibi sananların nasıl hırçınlaştıklarını ve çirkinleştiklerini hep beraber gördük. “Ülkeyi bu diktatör kutuplaştırıyor” demeleri, kendilerini gülünçleştirse de durumu değiştirmiyor.

Durum şu. Kendi babasına, kendi sınıfına, kendinden olana saygı gösterilmesine amenna diyenler, siyasi iktisadi ve kültürel anlamda eşitlenerek var olmak ve var kalmak isteyen, kendi iradesi üzerinde vesayet kabul etmeyen toplumsal kesimle, siyasi damarla karşılaştığında faşizanlaşıveriyor.

Aslında çok da iyi oluyor. Gerçek anlamda demokratik ve adil bir düzene katlanamayanların seçkinciliğinin, bir eşiğe gelindiğinde nasıl açığa çıktığını, bu zihniyetin ve elde kırbaç bekleyenlerin kolonyal birer atık olduğunu da tecrübe ediyoruz işte böyle böyle.

***

Necip Fazıl Ödülü alanların her birine öncelikle teşekkür etmek istiyorum, o kıymetli eserleri bizlere, okurlarına kazandırdıkları için. Hepimiz üzerindeki emekleri için. Ve yürekten tebrik ederim. Ödüle layık diğer yüzlerce edebiyatçımız ve fikir insanımız için de şimdiden sabırsızlandığımı itiraf etmeliyim.

Emeği geçen herkesi ve Star Medya’yı ise Ethem Sancak Bey’in şahsında hassaten tebrik ederim. Devamı gelsin mutlaka.