Kumpas tartışması

Geçen hafta yazdığım yazılar birçok yönden çok tartışıldı. Ancak bir cümlem maksadını aşan bir şekilde ve bağlamından koparılarak gündeme taşındı. Benim ne söylediğimi okumayan insanlar gazetelerin attıkları başlıklar üzerine yorumlar yaptılar, benim söylediklerimi değil kendilerinin yükledikleri anlamları değerlendirmelere tabi tuttular.

Önce kullandığım ifadeyi hatırlayalım: “Kendi ülkesinin milli ordusuna, milli istihbaratına, milli bankasına, milletin gönlünde yer edinen sivil iktidarına kumpas kuranların bu ülkenin hayrına bir iş yapmış olmayacağını çok iyi bilir”.

Ertesi günü Yenişafak’taki yazımda ise şunları söylemiştim: “Kendi ülkesinin istihbarat servisi, ordusu, bankası, hükümeti aleyhine faaliyetler içine girmek, onu tahrip edecek işler yapmak hiçbir makul ve meşru gerekçeyle izah edilemez. Yanlış yapan kişilerin üzerine gitmek ile kurumları çökertmeye çalışmak iki ayrı iştir. AK Parti iktidarı kendisine ve milli iradeye yönelen darbeci anlayışlarla hukuk içinde mücadele ettiği kadar, hukuk ve adalet duygusunu zedeleyen gelişmelere karşı da duyarlılığını ortaya koymuştur. Bu yüzden biz Ergenekon sürecinde ne dediysek aynen onun arkasındayız. Ancak Başbakanımız defalarca bir kısım tutuklamalardan duyduğu rahatsızlığı dile getirmiştir.”

Bu ifadeler üzerine başta Balyoz davasının avukatları olmak üzere bilumum destekçileri yeniden yargılamadan bahsettiler, benim tanık olmam gerektiğini vurguladılar. Benim bir cümleme atfen, bir kısım dava isimleri sayılarak, bunlara yönelik ‘asılsız, mesnetsiz, boş, uydurma’ gibi sözler sarfediyormuşum gibi yorumlar yapıldı.

Sanki ben Ergenekon’dan Balyoz’a kadar ne kadar dava varsa hepsi boş demişim ve daha önceki değerlendirmelerime ters laflar etmişim gibi lanse edildi. Oysa bu yazılarımda ve attığım sosyal medya mesajlarımda çok açık bir şekilde daha önceki davalarla ilgili söylemlerimizin arkasında olduğumuzu ifade ettim. Dünkü yazılı açıklamam ise şöyleydi:  “Bu süreçlerde ortaya koyduğumuz söylemlerin her cümlesinin arkasındayız. AK Parti iktidarı, kendisine, Türk demokrasisine ve milli iradeye yönelen her türlü girişimin karşısında olmuş, darbeci ve vesayetçi anlayışlarla hukuk içinde mücadele etmiştir. Ancak kendisinden bağımsız olarak gelişen süreçlerde yanlış bulduğu ve hakkaniyete uygun görmediği gelişmeleri de eleştirmekten geri durmamıştır. Herkes ülkede yaşanan gelişmelerle ilgili oluşan rahatsızlıkları hukuka uygun şekilde gündeme taşımakta ve kamu vicdanın sesini dile getirmekte özgürdür. Asıl olan tüm süreçlerin hem evrensel hukuk normlarına uygun şekilde gerçekleşmesi hem de kamu vicdanının tamam olarak mutmain kılınmasıdır... Son günlerde yaşanan gelişmeler tam anlamıyla hükümete karşı bir karalama kampanyasına dönüşmüştür. Medya manipülasyonları, itibarsızlaştırma girişimleri, usule uygunluğu tartışmalı şekilde devam eden süreçler, kamu vicdanını yaralamakta, milletin seçilmiş iktidarına ve Türkiye’ye zarar verecek bir görünüme bürünmektedir... Milletin gündeminde olan herhangi bir konuda siyasetçiler hukuki hassasiyetleri gözeterek milletin vicdanının yansıması olan yorumlarda bulunabilirler. Bizim ifadelerimizde spesifik olarak bir dava veya soruşturmaya yönelik bir iddia ve farklı bir bilgi bulunmamaktadır”.

Özellikle son günlerde yaşananlar kamu vicdanında rahatsızlık uyandırmanın ötesinde önemli soru işaretleri oluşturmaktadır. İnsanların bu soru işaretlerinden kalkarak vicdani kanaat belirtmelerini engellemek mümkün değildir.

Ülkenin milli kurumlarını yıpratmaya veya karalamaya yönelik kampanya, tertip veya faaliyetler çeşitli vesilelerle ve farklı araçlar kullanılarak gündeme gelebilmektedir. Yanlış yapan kişileri değil de kurumları zan altında bırakan veya suçluluğu ispat edilmeden kişilerin itibarını zedeleyen yaklaşımlar zaman zaman organize bir kampanyaya dönüşebilmekte, adeta bir kumpas şeklinde görünüm vermektedir. Bir kısım medya organları, STK’lar, sivil veya bürokratik çevreler bu olumsuzluklara alet olabilmekte, insanların şahsiyetlerine yönelik itibarsızlaştırma, yargısız infazda bulunma veya kurumların saygınlığına gölge düşürme operasyonlarına bilerek veya bilmeyerek ortak olabilmektedirler.

‘Orduya kumpas’ başlığı altında edilen laflar durumu anlamaktan ziyade kayıkçı kavgasına dönüşmüş durumda. Muhalefet partileri, ‘ortada suç varsa siz de ortaksınız’ gibi basit ve ucuz yaklaşımlarla hükümeti tongaya düşürmeye çalışıyor.

Bahsi geçen davalarla ilgili avukatlar veya destekçi yayın organları da bizi hedefe koyarak, suçlayarak veya adres göstererek benzer bir yanlışın içine giriyorlar.

Kamu vicdanını yaralayan bir durum varsa, bir istifam, soru işareti, şüphe varsa müdafilere düşen meseleyi başka yerlere çekmek değil, bu iddiaları somut delilleriyle ortaya koymak olmalıdır.

Siyasetçiye düşen ise kamu vicdanının ve efkarının tercümanı olmaktır. Siyaset algıları yorumlayabilir, ancak hukuk olgularla hareket eder.