Küresel düzen demokratikleşmeli

Ortadoğu coğrafyasında savaşın açık veya örtülü tarafları batı demokrasileridir.  Dünyanın bir kısmı demokratik olmanın konforunu yaşarken, diğerinin ise bu konforun faturasını ödemek zorunda kalması bu yüzden şaşırtıcı olmamalı.

Demokratikliğinden kuşku duymadığımız ABD, İngiltere gibi kimi ülkeler, bizim coğrafyada darbeleri neden destekler, izin verir veya sessiz kalır? Demokratik bir ülke olmak, uluslararası ilişkilerde neden demokratik ilke ve ideallere göre davranmayı garantilemiyor? Batı demokrasilerinin Mısır darbesi konusundaki tutumları karşısında, duygusallığın yıkıcı cazibesine kapılmamak ve bu ve benzeri soruların üzerinde kafa yormamız gerektiği kanaatindeyim.

Demokrasi, Abraham Lincoln’un kısa ve özlü tabiriyle, halkın halk tarafından halk için yönetilmesi olarak tanımlanır. Bu ifade 17. Yüzyıldan itibaren batıda geçerli modern demokrasilerin özünü anlatır.

Modern demokrasiler, ulus devlet sorunu

Modern siyasal tarih ulus devletler tarihidir. Bunda şüphe yok. Modern demokrasi tarihi de modern devletlerdeki demokrasi mücadelesinin anlatıldığı bir tarihtir. Demokrasiyi anlatırken, aslında İngiltere’de, Fransa’da veya ABD’de tekil demokrasi gelişiminden söz ederiz. Yaptığımız şey, bu ülkelerin demokrasi mücadelelerinin sonuçlarının analizinden başka bir şey değil. Oralara bakarak bir demokrasinin “ne” ve “nasıl” olması gerektiği sonucunu çıkarırız. Zira ortada ulus devletler demokrasisi var, global bir demokratik düzen yok.

Demokrasi tarihini anlatmaya veya anlamaya çalışırken şöyle yaparız: Genelde bu tarih dersine konu ülkelerin kendi tarihsel serüvenlerinde demokrasi sancılarını büyük bir coşkuyla anlatırız. Anlatırken de her birimiz birer Perikles, Jefferson veya Martin Luther King ifadesi takınırız. Ama bu ülkelerin aynı zaman diliminde uluslararası ilişkilerinde ne tür icraatlara imza attıklarına bakmayız. Bu herhalde biraz da Türk tarih eğitiminin bir sonucu. Türk milli eğitiminin şizofrenik eğitim tarzı, rasyonel bir tarih okuma kültürüne engeldir. Uluslararası siyasetin anlaşılmasını zorlaştırdığı gibi, bunun sonucu olarak da toplumu bir bütün olarak duygusal reaksiyonların kucağına itebilmekte.

Konumuza dönersek; evet İngiltere’de 17. ve 18. Yüzyıllarda demokrasi inşa edilirken, aynı İngiltere’nin çok yoğun ve güçlü bir şekilde sömürgecilik faaliyetlerine giriştiğini, köle ticaretinde önemli bir paya sahip olduğunu, Kuzey Amerika’da ve Hindistan’da önemli sömürgeler edindiğini, bu uğurda pek çok devletle savaşa tutuştuğunu gözardı edemeyiz. Aynı şey Fransa için de söz konusu. 19. Yüzyılın başında Fransa’da cereyan eden siyasal gelişmeleri demokrasi adına coşkuyla okurken, aynı dönemde Osmanlı topraklarının peyderpey Fransa tarafından sömürgeleştirildiğini de unutmamamız gerekir. Fransa “liberte, egalite, fraternite” (özgürlük, eşitlik, kardeşlik) nidalarıyla çalkalanırken, ordusu Marseilles marşı eşliğinde Mısır’ı işgal etmiş, Suriye’ye doğru ilerlemekteydi.

ABD, “Biz, Birleşik Devletler Halkı, ... adaleti sağlamak, ülke içinde huzuru güvence altına almak, ... genel refahı artırmak ve özgürlüğün nimetlerini kendimize ve gelecek kuşaklara sağlamak için”  ifadesiyle başlayan muhteşem bir anayasa yapıp, dünyanın en sağlam demokrasilerinden birini üretirken, o topraklarda aynı devirde kızılderili soykırımı gerçekleşiyordu. 20. Yüzyılda kadınlara oy hakkı tanınır ve ırk ayrımcılığına son verilirken, ABD, Latin Amerika ve Ortadoğu coğrafyasında diktatörlüklere arka çıkıyor, demokrasi denemelerini darbelere destek vermek suretiyle sonlandırıyordu.

Sömürgeci demokratik devlet

Demek ki bir ulus devlet demokrasisi, o devletin yurttaşları bakımından olumlu sonuçlar doğuruyor olsa da, uluslararası ilişkilerde o devletin demokratik ilke ve ideallere uygun bir şekilde davranmasını zorunlu kılmıyor. Bazen tam aksine o devletin uluslararası siyasette demokratik ilke ve ideallere daha fazla aykırı davranmasına da neden olabiliyor. Ulus devletin mantığı bu ve o ülkenin demokratik olmasıyla bu mantık değişmiyor.

Bu sonuç şaşırtıcı olmamalı. Modern devlette yaşayan bireyler, yani halk, kendi çıkarlarını gerçekleştirmek için kendisi tarafından yönetilmek üzere seçime gider. Demokrasi budur. Vatandaşlara daha iyi altyapı hizmeti, daha iyi eğitim ve gelecek perspektifi gibi saikler o ülkede yaşayanların oy tercihlerini önemli ölçüde belirlemekte. Siyaset kurumu buna cevap verdiği sürece başarılıdır. Ama unutmalayım ki, tüm bu hedefler ve saikler ekonomiyle ilgilidir. 19. ve 20. Yüzyıl demokrasileri bu yüzden en büyük sömürgeci devletler oldular. Ortadoğu coğrafyasında savaşın açık veya örtülü tarafları bu yüzden batı demokrasileridir.  Dünyanın bir kısmı demokratik olmanın konforunu yaşarken, diğerinin ise bu konforun faturasını ödemek zorunda kalması bu yüzden şaşırtıcı olmamalı.

Sadece bu değil. Batılı devletlerin çıkarlarıyla çatıştığı anda, ki genelde çatışır, Ortadoğu’daki demokrasi denemelerinin darbelerle devrilmesine yeşil ışık yakılabiliyor; filozoflar batı kamuoyunu ikna etmek için fetva yarışına girebiliyor.

Uluslararası düzen demokratikleştirilmeli

Birleşmiş Milletler denilen yapı da esas itibariyle bu anlayış üzerine kurulu. Batı ittifakı gerektiğinde, BM’yi de baypas ederek harekete geçebiliyor. Bazen iyi de oluyor.

Böyle olduğu sürece devletlerin demokratik olup olmamasının, uluslararası ilişkilerde pek bir anlamı kalmıyor. Zira demokratik ya da değil, her bir devlet uluslararası ilişkilerinde “ulusal çıkar”lara bakıyor. Suriye veya Mısır’da, örneğin, ABD’yi veya sair büyük “demokrasi”yi harekete geçirmek için, mevcut sorunun ABD’nin, Fransa’nın veya İngiltere’nin vs ulusal çıkarlarına zarar vermeye başladığını kanıtlamak, bu devletleri o yönde ikna etmek gerekiyor.

Bu durum, batının demokratikliğini ortadan kaldırmadığı gibi, onun uluslararası ilişkilerdeki tezlerinin haklılığını da kanıtlamıyor. Demokrasinin kötü bir şey olduğu anlamına tabii ki gelmiyor.

Ancak batılı demokrasilerin diğer coğrafyalarda yıkıma yol açtığından haklı olarak şikayet ediyorsak, sorunun demokraside değil, demokrasinin ulus devlet paradigması içine hapsolmasından ve uluslararası düzene hakim olamamasından kaynaklandığını görmemiz gerekir.

Uluslararası düzen demokratikleştirilmeden de bu sorun çözülmez.