Kürt İslam sentezi

Diyarbakır’da düzenlenen Demokratik İslam Kongresi’ne, Metin Feyzioğlu’nun hafta sonunda zirve yapan “hesaplanmış popülarite”sinin gölgesi düştü. Medyanın kongreye ilgisi de birkaç haber ve görebildiğim kadarıyla Ali Bulaç ile Ruşen Çakır’ın yazılarıyla sınırlı kaldı. 

Doğrusu ben de yerinde izleyemediğim bu gelişmeyi medya sayesinde ve ancak bu ölçüde takip edebildim. Ama 350 delegenin katılımıyla gerçekleşen ve temel motifi Medine Vesikası olan bir sonuç bildirgesinin üzerinde uzlaşılmasını önemli buluyor, üzerinde durulması gerektiğini düşünüyorum.  

Kuşkusuz, İslamcılık tartışmalarının yeniden hız kazandığı, İslamcılığın akıbetine ilişkin verimli mülahazaların yapıldığı bir dönemde “İslam”ın önüne konulan “demokratik” kavramıyla ortaya çıkan bileşim başlı başına bir tartışma konusu ve İslamcılık tartışmalarının bir cüzü olmaya da aday.  

Bu “siyasi” bir açılım

Kongrenin Öcalan’ın çağrısıyla düzenlenmesi, adlandırmanın da ona ait olması tartışmacıları provake edebilir ama bana göre kongrenin asıl üzerinde durulması gereken noktası şu:

Öcalan, önderlik ettiği Kürt siyasi hareketini Kürtlerin dindarlık realitesine ve Türkiye’deki çözüm/uyum sürecine adapte etmeye çabalıyor. Demokratik İslam Kongresi de bu stratejinin bir parçası.

Bu nedenle Öcalan’ın ya da Kürt siyasi hareketinin geliştirdiği “İslam açılımı”nın samimiyetini sorgulamak çok doğru gelmiyor bana. Neticede bu siyasi bir açılım. Ve samimiyet, siyasette aranan, ille de olması gereken bir özellik değil.

Çözüm sürecinin tarafı olan Kürt siyasi hareketi, 30 yılın ardından Kürt halkının en temel belirleyenlerinden birine, dindarlığına karşı geliştirdiği yok sayıcı, mesafe koyucu tutumundan vazgeçmiş görünüyor. 

Öyle ki Öcalan Kongre’ye gönderdiği mesajına “Mümin Kardeşlerim” diye başlıyor. Amacının dindar Kürtlerle ve Türkiye toplumunun geneliyle dinin birleştiriciliğinde kucaklaşmak olduğu anlaşılıyor.

Kürt meselesine dinin öncelikleri doğrultusunda bakan, ümmet bilinciyle hareket eden ve şiddetin hak kazanma aracı olarak kullanılmasına karşı çıkan Kürtlerde ve toplum genelinde Öcalan’ın çağırısı ve hitabı rahatsız edici bulunmuş, “bayram değil seyran değil hayrola” duygusu uyandırmış olabilir.

Doğrudur.

Lakin bu açılımın çözüm sürecine olası katkıları düşünüldüğünde, kimsenin, hele de yaşanan sorundan dolayı canı en çok yanan bölge halkının bu teklifi reddetme lüksü ne ölçüde vardır?

Can kaybını durduracak, ortak gelecek hedefinde buluşturacak her imkânı kritik edip geliştirerek değerlendirmenin ne zararı olabilir?

Ümmetin kaderini tayin

Ümmet çatısında birleşmeyi, Medine Vesikası’nın formüle ettiği bir arada yaşama hukukuna tabi olmayı öneren Kürt siyasi hareketinin dine açılma çabası yeni de değil.

Görünür ilk adımları ta “demokratik açılım” günlerine rastlıyor.

Sivil Cuma eylemleriyle, DTP’li vekillerin, belediye başkanlarının görünür yerlerde her vesileyle el açıp Fatiha okumalarıyla fark edilen bir sürecin süreği aslında Demokratik İslam Kongresi.

Şahikası ise kuşkusuz Öcalan’ın geçen yıl okunan Nevroz mesajı.

Ezcümle; Kürt siyasi hareketinin ümmet açılımı yapmasını çözüm süreciyle, HDP çatısı altında Türkiye’ye açılma gayretiyle ve KCK yöneticisi Mustafa Karasu’nun geçenlerde yaptığı açıklamayla birlikte değerlendirmek gerekir.

“Devlet kurma anlayışından vazgeçtik. ‘Ulusların kaderini tayin hakkı’ devlet kurma olarak anlaşılıyordu. Bunun doğru olmadığı, ulusların devlet kurmadan da özgür ve demokratik yaşam içinde kendi kaderlerini tayin edebileceği yaklaşımı içindeyiz. HDP ile Türkiye sınırlarında Türkiye’nin demokratikleşmesi içinde Kürt sorununu çözmeyi hedefliyoruz. Bu bir stratejik projedir”  diyordu Karasu.

Tabi, Kürt siyasi hareketinin Türkiyelileşmesi, cürmü dünden belli sol üzerinden değil ama dinin birleştiriciliği üzerinden çok daha mümkün görünüyor. Akla ve realiteye yakın olan bu çünkü.

Söylemezsem çatlarım: PKK’nın artan tacizlerinin gayesi anlaşılsa da tolere edilebilme sınırlarını zorlamasına karşı Kürt kamuoyunun ‘hoop n’oluyor’ demesi gerekmez mi?