Kürt Kürdü kırsın mı?

Kürt siyasi hareketi diye adlandırabileceğimiz, tek başlık altında anlamaya çalışacağımız bir yapı karşımızda olsaydı, muhtemelen herşey daha kolay olacaktı. Ancak tam aksine, farklı kaynaklardan beslenen; geleneği, düşünme biçimi ve hayata bakışı birbirinden hayli farklı olan pekçok yapı veya siyasi hareketle karşı karşıyayız.

Birkaç gündür Cizre’de meydana gelen hadiseler karşısında ortaya çıkan tepkiler, bu farklılıklar üzerine yeterince durmadığımızın işareti. İki anlama kalıbı sunuluyor bize. Birincisi, sıkça ve hayli işe yarar biçimde kullanılan ‘karanlık güçler’ tezi. Diğeri ise PKK/HDP hattının temsil ettiği ayrılıkçı Kürt hareketi ile yakın geçmişte Hizbullah olarak bilinen şimdi HÜDA-PAR olarak örgütlenen yapı arasındaki çatışma.

Kürt sorunu üzerine çalışan herkesin, bir şekilde okuyup dehşete kapıldığı bir dönemdir 1990’lı yılların başındaki PKK-Hizbullah çatışması. Yine bölgenin tüm dinamiklerini ve sosyolojisini yok sayarak yapılan bir analize göre bu durum, terörü durdurmak için devlet tarafından kurulan bir örgütün (Hizbullah), PKK ile çatışmaya girmesidir.

Ne PKK’nın MİT içinde karşılığı olan bir yapı tarafından şekillendirildiği ve Abdullah Öcalan’ın da bu senaryonun bir aktörü olduğu tezlerine itibar ettim bugüne kadar. Ne de Hizbullah diye adlandırılan yapının devlet eliyle kurulduğuna. Türkiye’nin, bölgemizin ve uluslararası dinamiklerin oluşturduğu zeminde ortaya çıkan örgütlerdir bunlar.

Dileyen yanlış anlayabilir elbette. Ama Hizbullah ve devletin belli birimleri arasında bir ilişki olmadığını, örgütün PKK ile mücadelede kullanılmadığını söylemiyorum. O dönemin ‘devlet aklı’ bu ve buna benzer nice akıllara ziyan operasyona girişti ve her hamle PKK’nın daha da büyümesiyle sonuçlandı.

Diğer yandan PKK’nın da yine aynı dinamikler üzerinden bakıldığında pekçok bölgesel ve uluslararası sponsoru/desteği olduğu da ortada.

Ancak bu tespitler, bu tür örgütlerin ortaya çıkışındaki asıl dinamikleri, geniş kitlelerin onlara niçin destek verdiğini anlamamıza yetmiyor. Birilerinin onları kullanması ya da desteklemesi, ortaya çıkışlarını doğru anlamamızın önüne geçince, sorunu yönetme kabiliyetimiz de zayıflıyor.

Ayrılıkçı Kürt hareketinin, biraz da 12 Eylül darbesinin doğurduğu siyaseten sahipsizlik ortamında, sol bir söylemle (hatta Marksist-Leninist) Kürt gençler üzerinde ciddi bir karşılık bulduğunu, gecikmiş de olsa ulusalcı ve bağımsızlıkçı bir evrimle bugüne geldiğini söylemek herhalde yanlış olmaz. Yapının yükselişinde, bölgedeki geleneksel aşiret yapısına duyulan tepkinin önemi de not edilmeli.

Hizbullah ise PKK’nın yükselişine karşı, geleneksel dindar yapının yetersiz kalışına duyulan öfkenin, dönemin İran merkezli akımlarıyla etkileşiminin sonucudur. Bu sonucun ve öfkenin devlet eliyle PKK’ya karşı yönlendirilmesi ise, bugün bile konuşmadığımız sonuçlar üretmiştir. PKK’ya karşı dindar kesimler adına mücadele ettiği söylenen örgüt, tıpkı onun gibi bölgedeki geleneksel yapının çözülmesine katkı sağlamıştır. Eğer bunu anlamazsak, yıllar sonra HÜDA-PAR’ın ayrılıkçı Kürt söylemine yakınlaşmasını da kavramamız mümkün olmaz.

Bu konuya devam edeceğim. Ama son olarak şu tespitimi ve öngörümü aktarayım. Kürt siyasi hareketlerinin geçmişini, bugününü ve yarın nereye gideceğini doğru anlamazsak, hele de geçmişte olduğu gibi birinin diğerine karşı harekete geçmesinden medet umarsak, kendi elimizle başımıza çorap değil, boynumuza ip örmüş oluruz.

Türkiye’nin Kürt sorununu, tüm aktörleri dikkate alarak yönetecek tecrübesi var. Ama birinin diğerine hamle yapması üzerinden gidilecek yol yok. Bunu unutmayalım.