Emperyalist Batı, Fransız İhtilali'nde keşfettiği "Milliyetçilik" akımını bizim Jön Türklere "ırkçılık" olarak yutturdu. İttihatçı iktidarların bu politikaları, yeni Türkiye'de katı bir "Türkçülük" olarak ortaya çıkmış, Osmanlı'nın özgüvenli ve kucaklayıcı tavrı, Kürtleri inkâr eden bir ayırımcılığa dönüşmüştü.
1925'te yayınlanan "Şark Islahat Planı" ile Kürtlerin okulda, devlet dairesinde hatta çarşı-pazarda bile Kürtçe konuşması yasaklanmıştı. 1928'de GK. Başkanı Fevzi Çakmak, Kürt çocuklarının askerî okullardan ayıklanması talimatı vermişti. "Güneş- Dil Teorisi" ile derinleşen bu ayırım, 1930'larda kafatası kontrolüne kadar varmıştı. Adalet Bakanı M. Esat Bozkurt ve Reşid Galip yönetimindeki 10 ekip, Anadolu'nun 10 ayrı bölgesinde 40 bin kişinin kafatasını ölçmüş ve sonuçları 18 Eylül'de açıklayan Bozkurt, "Öz Türk olmayanların sadece Türklere hizmetçi ve köle olma hakkı vardır" demişti.
Reşid Galip'in yazdığı ve 29 Ekim 1933'ten itibaren bütün okullarda okutulan "Andımız" ile nesiller, kamplaşmak için ant içiyordu. CHP yönetimi, "Kürt'sün" diye askerliğe layık görmediği insanların şimdi de "Türk'üm" diye bağırmasını isteyerek, asrın çelişkisine imza atıyordu.
CHP GÜDÜMLÜ DARBECİLER DE BU IRKÇI POLİTİKAYI SÜRDÜRDÜ
1960'ta darbeci MBK'nın ilk işi 485 Kürt önderini tutuklayarak Sivas'a sürgün göndermek olmuştu. Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel Diyarbakır'da on binlerce Kürt'e, "Bu memlekette Kürt yoktur, 'Kürt'üm' diyenin suratına tükürürüm" diye haykırmıştı! Bu çarpık tutum 1961 Anayasası'ndaki ısrarlı "Türk" vurgusuyla sabitlenmiş, TBMM'de "Kürt" telaffuzuna ceza getirilmişti.
CHP zihniyetini yönetime hâkim kılmak için yapılan diğer darbelerde de bu ırkçı tavır sürdürülmüştür. Mesela 12 Eylül yönetimi, Kürtlerin, düşüncelerini Kürtçe açıklamasını yasaklamıştı. (T: 19 Ekim 1983/ S: 2932/ M: 2)
Bu yüzden CHP, Kürtlere yaptığı bütün şirinliklerine rağmen Ankara'nın öbür tarafına bir türlü geçememiştir.
PKK, CHP'NİN TÜRK MİLLETİNE HEDİYESİDİR!
Yıllarca devam eden zulüm ve inkâr politikasının oluşturduğu büyük mağduriyeti kullanmak isteyen İngilizler, 1978'de PKK'yı kurmuştu. Lice'deki Fis Mahallesi bir tiyatro sahnesi, Öcalan da oyuncudan ibarettir. Asıl merkez Londra'daki Chatham House'tu. Ama bu ortamı CHP'nin ısrarlı uygulamaları oluşturmuştu.
15 Ağustos 1984'te başlayan PKK saldırıları arttıkça, "ulusalcı" komutan ve bürokratların da Kürtlere zulmü artırıyor, Kürtler eziyet gördükçe istismarcı PKK güçleniyordu.
Kürtlerin mağduriyetini giderme iddiasıyla başlatılan "Kürt siyaseti" de PKK'ya hizmet ederek yeni mağduriyet kaynağı olmuştur.
Terörü besleyen bu kısır döngünün devam etmesi o kadar önemliydi ki, Kürtleri PKK'dan ayrıştırarak "Kürt Sorunu" tuzağını "Terör Sorunu" şeklinde düzeltmeye çalışan Turgut Özal, asker ve sivil prensleriyle birlikte yok edilmiştir.
Her türlü riski göze alarak bu süreci yıllar sonra tekrar başlatan Erdoğan, bir taraftan inkâr ve asimilasyonu kaldırdı diğer taraftan da Kürtleri PKK'dan ayrıştırdı. Nitekim bu enfeksiyon kurutulunca "tedavi" sonuç vermiş ve ısrarlı dış desteklere rağmen terör örgütü bitme noktasına getirilmiştir.
CHP, KENDİ ESERİ OLAN "KÜRT SORUNU"NU HORTLATMA PEŞİNDE
Toparlayacak olursak...
CHP hükümetleri tarafından özellikle hedef alınan Kürtler, sonraki yıllarda da CHP zihniyetli devlet görevlileri ve PKK terör örgütü arasında sıkıştırılmış ama bölünme senaryolarına tenezzül etmemiştir.
PKK'nın Kürtlerden ayrıştırılmasının, terör örgütünün iflası anlamına geldiğini gören merkezler, paniğe kapılmış ve filmi başa sarma çabasına girmişlerdir. Son günlerde bizzat Kılıçdaroğlu'nun ısrarla tekrarladığı "Kürt Sorunu" tanımı, can çekişen terör örgütüne sunulan bir hayat öpücüğüdür. Pusuda bekleyen terör sevicilerin hemen Kılıçdaroğlu'nun peşine takılması da, masum bir refleks zannedilmemelidir.
Hiç uzatmayalım, bugün artık Kürtlerin farklı bir mağduriyeti söz konusu değildir. Buna rağmen hâlâ "Kürt Sorunu" sakızı çiğneyenler, terör örgütüyle aynı merkezden yönetilen mankurtlardır.