Kürt sorununu PKK’dan kurtarmak

Evvela şunu bir netleştirelim: PKK’nın ortaya çıkışı Kürt sorunundan bağımsız değilse de bugün Kürt sorunu ile PKK’nın meşru addedilecek hiçbir bağı kalmamıştır. Epey zamandır sözlerine Allah kelamı muamelesi bekleyen bazı ‘kanat önderleri’, Kürt sorununun kangren bir hal almasında büyük payı olan “Kürt sorunu ile PKK’yı bir tutan” yaklaşımı tersinden yeniden üretme çabasındalar. Kürt sorunu ve PKK sorununun birbirinden ayrı ele alınamayacağını, alınması halinde sorunun hiçbir zaman çözülemeyeceğini, nitekim de çözülemediğini salık veren önermeler ortaya koyuyorlar.

Devletin resmi görüşü olarak on yıllarca Türkiye kamuoyuna benimsetilmiş olan bu söylem yüzünden, PKK’nın sivil ve askeri hedeflere düzenlediği saldırılar ardından hâlâ Kürtlere yönelik dışlayıcı sözler sarfedilebilmektedir. PKK ile Kürtleri ayrıştıramayan bu akıl tutulması, PKK eylemleri ve PKK ile Kürt sorununu bir tutan devletin resmi görübir çıktısıdır. Bu sonucu “faşizm” diyerek lanetlememize rağmen bugün hâlâ “PKK ve Kürt sorunu birbirinden bağımsız değerlendirilemez” demek ne anlama gelmektedir?

Bu eşitleyici yaklaşım PKK’nın eylemlerine başladığı tarihten 2000’lere kadar geçen kanlı süreçte Kürt sorununa el atmaya engel oldu. Çünkü Kürt sorununu PKK sorunundan ayırmadığınızda elde tek yöntem, “terörle mücadele” kalıyordu.

Resmi görüşün yeni sahipleri

Nasıl ki 10 yıl öncenin eşitleyici yaklaşımı “Kürt sorunu yoktur”a varıyorduysa bugün, “PKK’yı Kürt sorunundan bağımsız ele alamazsınız, alırsanız terörü bitiremezsiniz” yollu ikazlar da, “PKK terörü yoktur”a varıyor.

Oysa çok iyi biliyoruz ki Türkiye, Kürt sorunu ve PKK sorununu birbirinden ayrı ele alan bir politika yürütmeye başladıktan sonra Kürt sorununun görünür unsurlarının tedrici bir düzen içinde çözümü mümkün olmaya başlamıştır. Bu, devletin kendi vatandaşları ile şiddet arasına koyduğu mesafenin çok insani bir ifadesidir aynı zamanda. “PKK sorununu Kürt sorunundan, Kürt sorununu PKK sorunundan bağımsız ele alamazsınız” yaklaşımı Kürt sorununun demokratik yollarla çözümünü de hedef alan bir söylem paketidir.

Türkiye’nin hem iç politikasında hem dış politikasında, özellikle kendi bölgesindeki “etkin aktör vizyonu”nda ayağına dolanan en büyük engel PKK’dır. İktidara geldiğinden bu güne, ağır aksak gidiyor desek de, ufuk çizgisini beğenmesek de, Kürt sorununu PKK sorunundan bağımsız olarak, insan hakları temelinde ele almış bir hükümeti “TRT Şeş’i açmakla Kürt sorununu çözeceğini zannetti” diyerek eleştirmek biraz bağcıyı dövmek gibi.

Sadece 40 bin kişinin ölmüş olması değildir PKK terörünün bilançosu, aynı zamanda Kürt sorunun demokratik yollardan çözümünün de gecikmesine yol açmış, dahası Türkiye’deki dışlayıcı milliyetçiliği de besleyen bir etki yapmıştır. Bu etkiyi kırabilecek tek yol, Kürt sorunu ve PKK terörünü ayrıştıran ve böylece Kürtlere demokratik haklarını tanıyan bir politika olabilirdi. Son 8 yılda yapılmaya çalışılan da buydu.

Buna yanlış diyenler, hükümete “Kürt sorununu çöz” değil “PKK’nın iktidarını tanı” diyorlar.

Bireysel haklarla çözüm

Bugün “Kürt sorunu yoktur, Kürt kardeşlerimin sorunu vardır” diyen Başbakan’ın da Kürt sorununu inkar ettiğini düşünemeyiz. 2011 Eylülü’nde Siirt’te yine sivillerin ölümüyle sonuçlanan PKK saldırısının hemen akabinde bile “terörle mücadele, siyasetle müzakere” diyen de odur. Kürt sorununu PKK sorunuyla eşitleyen ve bu suretle PKK’nın sivilleri dahi hedef alabilen eylemlerine meşruiyet devşirmeye çalışan söylemlerin yanında Başbakan’ın Kürt sorununu “Kürt kardeşlerimin sorunu” şeklinde ifade etmesi pekâlâ makul bulunabilir.

Son tahlilde Kürt sorunu birey hakları temelinde ele alındığında tam da bu olur. Kürt sorunu dediğimiz şey Kürtlerin ana dillerinde eğitim alamamaları sorunudur. Bu da Başbakan’ın ifadesiyle “Kürt kardeşlerimin sorunu”dur.