Bir anda gündemimize giren kadýn-doðum tartýþmasýnýn “gündem deðiþtirme”ye matuf olup olmadýðýný bilmiyorum. Türkiye’ye yönelik bir “sezaryen komplosu” olduðunu ise hiç sanmýyorum. Ama yine de Baþbakan Erdoðan’ýn kürtaj konusundaki çýkýþýný önemsedim. Çünkü hem ahlak hem de özgürlükler açýsýndan önem taþýyan bir mesele bu.
Kürtaj tartýþmasýnýn âlâsý uzun yýllardýr ABD’de yürüyor. Kürtajdan yana olanlara kabaca “pro-choice” (tercih yanlýsý) deniyor. Buradaki “tercih”ten kasýt, kadýnýn kendi vücudu üzerinde karar verme özgürlüðü. Elbetteki her kadýnýn bir çocuða sahip olup olmamaya karar verme hakký var ve “pro-choice” kanat bunu vurguluyor.
Ancak kadýnýn “tercih hakký” var ise, doðmamýþ bebeðin de “hayat hakký” var. Bu yüzden de kürtaj karþýtlarý kendilerini “pro-life” (hayat yanlýsý) diye tanýmlýyorlar.
Tabii buradaki kritik soru, anne rahmindeki ceninin hangi noktada “hayat hakký”na sahip bir canlý olarak kabul edildiði. Bu konudaki yaygýn Hýristiyan (hem Katolik hem de Protestan) görüþ, hayatýn spermin yumurta ile birleþmesiyle birlikte baþladýðý. Buna göre de sadece bir günlük bir ceninin dahi kürtajý “cinayet” olmuþ oluyor. O yüzden de Amerika’daki “pro-life” çizgide Hýristiyan damar çok güçlü.
Buna mukabil, Ýslamiyet ve Yahudilik’te Hýristiyanlýða nispeten daha esnek bir tutum var. Ýslam alimleri arasýnda da farklý görüþler olsa da, ana görüþ, cenine ancak ilk üç aydan sonra “ruh üflendiði” ve kürtajýn ancak bu noktadan sonra “cinayet” sayýlacaðý yönünde.
Peki bu konuda Türkiye’de baþlayan tartýþma üzerine ne demek lazým?
Önce þunu söyleyeyim ki, CHP’li vekil Aylin Nazlýaka’nýn Erdoðan’ý kýnamasý, haksýz ve anlamsýz.
Eðer mesele kadýnlarýn cinsel hayatý olsa idi, Nazlýaka’nýn sözleri (biraz kaba da olsa) haklý olabilirdi. Ama burada mesele “doðmamýþ bebeðin hayat hakký”.
Bu, elbette, kadýnýn cinsel hayatýnýn da bir parçasý. Ama ne yapalým, insan cinselliðinin doðasý böyle...
Bir baþka deyiþle, kimi “çaðdaþ” zihinler cinselliði sadece bir haz aracý olarak görse bile, insan biyolojisi (bir baþka deyiþle “fýtratý”) cinselliði ayný zamanda yeni bir hayatýn oluþumunun anahtarý kýlmýþ.
Ayný þekilde, kürtaj yanlýlarýnýn kürtaj karþýtlarýna karþý “kesin sesinizi, sizi gidi dinciler” diye çýkýþmasý da otoriterlikten baþka bir þey deðil.
Çünkü hayatýn hangi noktada baþladýðý “felsefi” bir soru olduðuna göre, cevabý herkesin sahip olduðu dünya görüþü içinden vermesinden daha doðal bir þey olamaz. Dini görüþlerin seküler görüþlerden daha az meþru sayýldýðý düzene ise “demokrasi” denemez; “seküler dikta” denir.
Dolayýsýyla da, kürtajýn cinayet olduðunu düþünenlerin bunu yasaklatmak için mücadele yürütmeleri, en doðal demokratik haklarýdýr.
Madalyonun öteki yüzü
Ancak kürtaj karþýtlarýnýn da yüzleþmesi gereken sorular var.
Bunlardan biri, tecavüz sonucu baþlayan hamilelikler... Tecavüze uðrayan bir kadýnýn, “bu bebeði istemiyorum” deme hakký yok mu? (90’larda Sýrplarýn sistematik tecavüzüne uðrayan Boþnak kadýnlarý bu soruyla yüzleþmiþ, bazý Ýslam alimleri üçüncü aydan sonra bile kürtaj yaptýrmalarýna cevaz vermiþti.)
Bir diðer mesele, özürlü doðacaðý anlaþýlan ceninler... Modern teknoloji, saðlýklý bir bebek doðup doðmayacaðýný hamileliðin hemen baþlarýnda tespit ediyor. Feci bir zihinsel veya bedensel özür belirlendiðinde, ne karar verilmeli?
Tüm bu ikilemler yüzünden ben kategorik olarak kürtaj yanlýsý veya karþýtý deðilimdir. Her iki tarafýn da haklý olduðu noktalar vardýr bence. Ve eðer bu konuda ciddi bir tartýþma yapacaksak, tüm bu noktalarý görmek gerekir.