Kürtaj ve hata

Başbakan Erdoğan, kürtaja ve sezaryene karşı olduğunu zaten her fırsatta söylüyordu. Geçen Pazar da yineledi. Ama elbette sözlerinin tartışma yaratan tarafı bu değil kürtajın cana kast eden bir eylem olduğunu anlatmak için yaptığı Uludere benzetmesiydi. Bu benzetmeyle birlikte zaten fazlasıyla söze gelmiş olan pek hassas konu bir hayli çatallandı, çetrefillendi.

Tartışmanın güncel versiyonunda iki taraf bulunuyor. Bir yanda kürtajın cinayet olmadığı iddiasında olanlar var, diğer yanda Uludere ile ilgili söylenecek sözlerin böyle dolayımlı değil direkt ve net olarak ifade edilmesini savunanlar.

“Kürtaj cinayet değildir” diyenler, istenmeyen gebeliğin sonlandırılmasını kişisel bir kadın hakkı olarak görüyor, devletin bu işe karışmasını istemiyor ve kürtaj kararı alan, almak zorunda kalan kadınların “kendi çocuğunun katili” olarak adlandırılmasından dolayı infiale kapılıyorlar. O yüzden peş peşe eylemler, açıklamalar yaptılar. İstanbul Feminist Kolektifi’nden kadınlar “Kürtaj hakkından Başbakan’a ne” yazılı pankart da açtılar mesela “Sezaryen de oluruz kürtaj da” yazılı pankart da. Ya da CHP Ankara milletvekili Aylin Nazlıaka “Demek ki devlet istenmeyen çocuklarını bombalıyor!” diyebildi. 

Feministlerin kadın bedeni üzerinde kişinin kendisinden başka hiç kimsenin tasarruf hakkı olmadığını savunması gayet normaldir, beklenen ve anlaşılır bir şeydir. Söylemleri uç noktalara varsa dahi, sivil toplumun bir parçası olarak demokratik haklarını kullanıyor ve siyaset üretiyorlar en nihayetinde. 

Ama ülke yönetmeye aday bir siyasi partinin bir vekilinin, cılk bir yarayı bile isteye deşercesine “Demek ki devlet istenmeyen çocuklarını bombalıyor!” demesi ise ne normaldir, ne de anlaşılır. Çünkü bu sözler siyaset değil düşmanlık üretmeye ayarlı. Ve Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek’in twitter’da bir kadın takipçisine “Çok mu kürtaj yaptırdın, bu kadar bağırmanın nedeni bu mu?” diyebilmesi kadar ayıp ve sorunlu, ayrıca da tehlikeli.

Ama asıl sorun burada: “Başbakan daha fazla şehit olacağını bildiği için mi genç nüfus istiyor?” diyor Nazlıaka. Şu kötücül imaya bakar mısınız? İçişleri Bakanı’nın geçen hafta kurduğu cümleler gibi tıpkı. Nasıl bir bağlamda söylenirse söylensin, Aylin Hanım cümlesinden kan damladığının farkında değil mi acaba?

Duralım ve bir nefes alalım. Ama hepimiz... İmdi: 

1) Devleti yönetenlerin ülke nüfusunu takip etmesinden ve geleceği planlarken nüfus artış hızını kontrol etmek istemesinden daha doğal bir şey olamaz. Kürtaj ve sezaryen kararı elbette ki kişilerin alanındadır ama bir hükümeti bunun toplumsal boyutu üzerinden politika üretiyor diye eleştirmek doğru değildir.

2) Başbakan Erdoğan dünkü grup toplantısında “Uludere için ‘Hatadır’ dedik, kaç kere diyeceğiz, otomota mı bağlayacağız” sözleriyle 34 cana mal olan olayın “hata” olduğunu yineledi. Bu “büyük hata”dan doğan sorumluluğun sadece tazminat olmadığını, olamayacağını dile getirmek ve kendisinden bu yönde inisiyatif almasını istemek, beklemek de yanlış yahut ölçüsüzlük değildir.

3) Başbakan’dan beklenen, kimin ne dediğine bakmaksızın 34 masum sivilin ruhlarını ve hepimizin vicdanını azaptan kurtaracak olanı yapmasıdır. Eminiz ki kendisi de, Uludere’de akıttığı gözyaşı henüz kurumamış olan muhterem eşleri de aksini murat etmezler.

4) Ayrıca böylesine üzücü, yaralayıcı bir olayın ve bu kadar yıpratıcı bir sürecin ardından bunu yapabilecek tek kişi de odur. Kitleler üzerinde bu kadar büyük bir etki gücü olan ve resmi değil samimi duygularıyla konuştuğunda anında sonuç alabilen, üstelik devletin geçmiş hatalarından dolayı özür beyan edip eski yaralara merhem sürebilen başka bir siyasi lider tanıdı mı ki Türkiye?