Siyasetin özü, yönetme talebidir. Fransýz devriminden bu yana, modern çaðda, belli bir ulusu yönetmeyi zor ve güç belirliyordu. Jakobenizm sanýldýðý gibi sadece yeni bir ulus yaratmak için deðil, üstün ýrký (Almanya, Hitler) ve üstün sýnýfý (Rusya, Stalin) yaratmak için de kullanýldý. Ama 21. Yüzyýlda yönetme talebi hiçbir þekilde jakobenizme dayandýrýlamaz. Yönetme talebiyle yola çýkýldýðýnda, yönetilenler, yönetmek isteyenin yönetim anlayýþýný elbette bilmek, deneyimleriyle sýnamak isterler. Buna kýsaca demokrasi diyoruz. Demokrasi ise bu yeni yüzyýlda, idam sehpalarý, toplama kamplarý ve Gulak’tan çýkmaz, sandýktan çýkar..
Türk siyasi kültürü, jakobenizmle malul bir kültürdür. Kürtler de bu kültürden etkilendiler. Toplumu yukardan aþaðýya, jakoben bir anlayýþla kurmak, Türk’ü ve Kürd’ü ‘yeniden yaratmak’, ‘ulus devleti ebediyete kadar yaþatmak’ ile ‘demokratik ulus inþasý’ için verilen mücadele anlayýþlarý arasýnda ciddi bir fark olduðu söylenemez.
PKK silahlý bir hareket, elindeki imkanlarýn silahlý mücadeleye baðlý olarak tekamül ettiðine ve büyüdüðüne; sivil Kürt hareketinin kaderinin de, bu çerçevede silahlý mücadeleye baðlý olduðuna inanmakta ve silahlý mücadeleden kopuþu, tasfiye olarak görmektedir. Kýrk yýl sonra, bu sabit ve hiçbir dönemde ciddi manada sorgulanmamýþ inançtan teorik olarak vazgeçilmiþ görünse de PKK’yi siyasi alana baðlayan sebeplere bakýldýðýnda, o sebeplerin hala baki olduðunu, dokunulmamýþ, eleþtirisi bile yapýlamayan bir takým faktörlerden oluþtuðunu görürüz.
Daðda bugün de, elde silah bir gün savaþmayý bekleyen insanlar var. Bu insanlara üniversiteli gençler ve çocuklar katýlmaya devam ediyor; PKK için siyasi alan, hala ve büyük ölçüde þiddetle belirleniyor ve þiddetle malul bir alandýr.
***
Öcalan’ýn öne sürdüðü yeni fikirler itibariyle PKK için yeni bir paradigma oluþturmaya çalýþtýðý da iþin bir baþka ve önemli yaný. Bu paradigma ilanýnýn en bariz ve son örneði, çözüm sürecini baþlatan ve 21 Mart 2013 Newroz günü okunan mektuptur.
Bu mektubun muhtevasýný hak ettiði ölçüde kimse tartýþmadý. Mektupta yazýlanlarla siyasi ve insani bir yüzleþme yaþamak kimsenin iþine gelmedi.
Bunun yerine, statü talebi, ana dille eðitim gibi konular, çözüm sürecinden bu yana en çok tartýþýlan konular oldu.
Oysa dünyanýn hiçbir yerinde, ana dil talebi ve siyasi bir kavram olmaktan uzak, ne ifade ettiði belirsiz, ‘kendi kendini yönetme’ anlayýþý üzerine oluþturulmuþ bir federal veya otonom yapý söz konusu deðildir. Federal ve özerk yapýlar, siyasi sebepler, teritoryal anlaþmazlýklar, federal bölgenin merkeze göre daha zengin olmasý veya kendine yeten bir kaynaða sahip olmasý (Bask ve Güney Kürdistan) yüzyýllarca sürmüþ mezhep savaþlarý (Ýrlanda’da) gibi çözümü kolay olmayan gerekçelerle inþa edilmiþlerdir. Türkiye’nin Kürt sorununda bu sebeplerin hiçbirinin geçerliliði yok.
Kaldý ki, Türkiye’de bugün, statü talebinin muhatabý, sanýldýðýnýn aksine, devlet-hükümet deðil, Kürt halkýnýn bizzat kendisidir. Kürtler, mademki otuz yýldýr silahlý bir mücadeleyi destekledi, o halde PKK’nin bir siyasi talep olarak müzakere sürecinde masaya getirebileceði demokratik özerkliði zaten onaylamýþ olmuyor mu diye sorulabilir..
Kanýmca net bir cevabý yok bu sorunun.
Demokratik özerklik veya federal çözüm, Kürt halkýnýn ekseri çoðunluðunun siyasi tahayyülünde karþýlýðý olmayan bir fantazmadýr. Bu fantazma Türkiye þartlarýnda, Kürtler’e bir þey kazandýrmaz, kaybettirir. Kürt halký, ister kabul edilsin ister edilmesin, bugünün þartlarýnda-nedenini tartýþmaya açabiliriz- PKK veya baþka siyasi partilerin, önerdiði federasyon, otonomi gibi farklý statü taleplerine deðil, Misak-ý Milli statüsüne daha yakýn ve daha baðlýdýr. Geçen yüzyýlda çok þey oldu, çok kan aktý, çok zulüm yaþandý. Kürtler’in vataný bölündü. Ama bu bölünme bugün fiili olarak sona ermektedir.
Kürt halký Misak-ý Milli sýnýrlarýnýn deðiþmesi veya deðiþmesini akla getirebilecek bir adým gibi anlaþýlmaya ve Türk þoven milliyetçiliðini yeniden tahkim etmeye yarayacak hiçbir siyasi çözüme evet demez. Bölünme korkusunu kendi içinde en az ‘burasý dünyanýn sonu, buradan baþka bir yurt bir ülke yok’ diyerek, Balkanlar, Makedonya ve Kafkaslar’dan gelip, Anadolu’ya yerleþen Müslüman Türk halký kadar yaþar. Çünkü bilir ki böyle bir bölünmenin sonuçlarý en çok ona zarar verecektir. Kürtler, Türkiye’yi anavatanlarý ve Anadolu’yu da, Türkler gibi, dünyanýn sonu gibi görürler, çünkü, gidecek baþka vatan, baþka bir dünya topraðý yoktur. Kader birliði diye bir þey varsa, o da ayný vatan topraðýný, iki halkýn da dünyanýn ucu, dünyanýn sonu olarak görmesidir.
Allahtan Kürt siyasi hareketinde bu tarihsel gerçeði anlayan bir lider, yani Abdullah Öcalan var. Kürt aydýnlarý zaman zaman onu Misak-ý Millici olmakla suçlarlar. Ama bence bu suçlama haksýz bir suçlamadýr. Misak-ý Milli sýnýrlarýný Öcalan’ýn savunmasýnda bir gariplik deðil doðruluk vardýr. Ama bu doðrulara PKK’nin ayak uydurmada bir hayli zorlandýðý da bir gerçek. Silahýn egemenliðini sürdürmesi, bu mücadele tarzýna gençlerin hala inanmaya devam etmesi; Öcalan’ýn yeni fikirlerine inananlarýn iþini bir hayli zorlaþtýrýyor. Türk halkýnýn kafasýnda cevap bulmamýþ sorularý da çoðaltýyor..
Madem çözüm süreci ve barýþ var, o halde son zamanlarda artan þiddet eylemlerinin sebebi nedir diye düþünenlerin sayýsý her geçen gün artýyor.