Kürtlerle ittifak, yine ve yeniden

Ortalık biraz daha sakinleşir mi diye beklemek yerine, Türkiye’nin dış politikadaki duruşunu takip etmek daha geniş bir alanı görmemizi sağlayacaktır. Tam da bu nedenle son günlerde ortaya çıkan gelişmeler, bizi nasıl bir geleceğin beklediğinin kodlarını anlamamıza yardımcı olabilir.

Türkiye’nin Suriye politikasını, sadece belli bir ülkeye mahsus bir hamle olarak görmek yerine, bundan sonra kendi bölgesinde ve küresel ölçekte nerede duracağının ilanı kabul etmek daha doğru olacaktır. Bu politikaya getirilen eleştiriler ve tepkiler, henüz bir alternatif yaklaşım ortaya koyamadığı gibi, esasa dair ciddi bir yaklaşım da getiremedi şu ana kadar. Türkiye’de siyasi muhalefetin, kelimenin tam anlamıyla ‘siyaset dışı’ kalmasının nedeni de bu.

Ancak bu politikanın daha sağlam temeller üzerinde yoluna devam edebilmesinin bazı olmazsa olmazları var. Bunların en başında Türkiye’nin neredeyse bir asırdır boğuştuğu Kürt sorununa nasıl bir cevap vereceği geliyor. Ankara’nın burada geliştirdiği cevabın, özellikle 2006 yılının son Milli Güvenlik Kurulu toplantısında alınan kararlar üzerinden takip edilmesi gerekiyor.

O toplantı ve sonrasında Türkiye, ‘Kürt sorunu’ diye kendisine dayatılan devasa paketi, kendi sınırları dahilinde beklemek yerine, bu paketi kendisine dayatanların oyununu bozmayı tercih etti. Irak Kürtleriyle aramızda buzların erimesi ve ekonomiden siyasete ve küresel sorunlara ortak bakışa kadar geniş bir alanda şekillenen entegrasyona kadar her hamle, şaşırtıcı sonuçlar üretti.

Öncelikle Türkiye, Irak’ın kuzeyinde kendisini istikrarsız kılmak üzere şekillenen ‘Kürt devleti’ projesini beklenmedik bir kararlılıkla kendi lehine, yani Ankara’nın siyasi aklının parçası haline dönüştürmeye başladı.

Bugün Kürt sorunu ve yakın coğrafyamızdaki Kürtler üzerinden dile getirilen her olumsuzluk, bu hamleden duyulan rahatsızlığın bir parçasıdır. Ankara ‘Kürt devleti’ hamlesini kendi lehine çevirerek üç önemli avantaj elde etti.

Birincisi kendi içinde Kürtlerle konuşabilme zeminini genişletti. Ülkemiz içindeki siyasi Kürt hareketi, terör üzerinden elde ettiği hareket alanını, siyasi ve meşru bir zeminde devam ettiremediği takdirde nefes alamayacağını gördü. Bunun ortaya çıkardığı alanda müzakere süreci sağlıklı yürüyor.

İkincisi, Irak merkezli enerji kartını kendisinin aleyhine kullanmaya gayret edenlerin çabasını en azından ciddi ölçüde kırmış oldu. Bir zamanlar ‘Irak’ta Kürt devleti olmalı, bunu dünya istiyor’ diye feveran edenler, şimdi sessizce ve fısıltıyla ‘ABD, Ankara’nın Kuzey Irak politikalarından rahatsız’ tezini dile getiriyor.

Üçüncüsü, henüz farkında olmasak bile, benzer bir stratejik derinliği Suriye Kürtleri üzerinden yakalama fırsatı hemen önümüzde duruyor. Şu sıralar Kuzey Irak benzeri bir propagandayı Suriye Kürtleri üzerinden yürüten ve sürekli ‘Kuzey Suriye’de bağımsız Kürt devleti kuruluyor’ diye Türkiye kamuoyunu tahrik edenler bu durumun pekala farkında.

Türkiye’nin sadece Irak ve Suriye politikasında değil, bölgesel ölçekteki açılımlarında, küresel zeminde bulacağı ittifaklarda Kürtleri yanında tutmasının önemini bir kez daha hatırlamakta yarar var.

Bunu ‘Hükümet örgütle yakınlaşıyor, masada terörle pazarlık yapıyor’ diye ifade edenlerin, en azından bir bölümünün samimi kaygıları olabilir. Ancak bu hamlenin Türkiye açısından ciddi bir çıkış, hatta tarihsel bir yükselişin ifadesi olduğunu daha cesurca konuşmak gerekiyor.

Korkmayalım, çünkü bu bizim geleceğimiz ve onun birtakım örtüler altında karartılmasına izin vermeyelim.