Otuz senedir üniversitelerde asistan, doçent, profesör, yönetici olarak görev yapýyorum.
Ýstanbul’da çok farklý üniversitelerde ders verdim.
Ýstanbul Üniversitesi, Galatasaray Üniversitesi, Marmara Üniversitesi, Boðaziçi Üniversitesi, Bilgi Üniversitesi ilk aklýma gelenler.
Yaklaþýk on iki seneden beri de Bahçeþehir Üniversitesi’nde hocalýk yapýyorum.
Ýsimlerini verdiðim üniversitelere baktýðýnýzda karþýnýza çok geniþ spektrumlu bir öðrenci profili çýkýyor; baþka bir ifadeyle de Türkiye’de her tür öðrenciyle tanýþma olanaðý buldum.
ÖSS’de ilk yüze girenlerden yüzde otuz diliminden üniversiteye kapak atanlara kadar.
Anadolu’nun çok çeþitli üniversitelerinde verdiðim çok sayýda konferans da iþin cabasý.
Ve bu tecrübeyi otuz senelik bir dilim içinde edindim; yine baþka bir ifadeyle farklý toplumsal katmanlardan farklý öðrenci gruplarýný farklý zaman dilimleri içinde tanýdým.
Öðrencilerin tümünün ayný olduklarýný, ayný olaylara, fikirlere ayný refleksleri verdiklerini tam söyleyemem ama yine de çok doðru olduðunu düþündüðüm gözlemim, bu çok farklý öðrenci profillerinin benzerliklerinin farklýlýklarýnýn çok önünde olduðu.
Çok eleþtirdiðimiz, haklý gerekçelerle eleþtirdiðimiz üniversiteye giriþ sýnavlarýmýz belirli bir þeyi ölçebiliyor; ilk binde (sayý olarak) üniversiteye girenler ile ilk yüzde onluk ve yüzde yirmilik dilimler arasýndan girenlerin baþarýlarý, derslere ilgileri farklý, buna kuþku yok.
Daha ilginç bir detay vereyim, Ýstanbul Üniversitesi Ýktisat Fakültesi’nde hocalýk yaparken derslerine girdiðim iki sýnýftan biri yüzde birle, diðeri yüzde dörtle öðrenci alýyordu ve iki sýnýf arasýnda gördüðüm en belirgin fark anfiye girdiðimde sýralardaki renk kompozisyonu idi; yüzde birle öðrenci alan bölümün öðrencileri daha neþeli renkleri tercih ederken, yüzde dörtlük bölümde hem kýzlarda, hem erkeklerde elbise, kazak, ceket renkleri çok daha koyulaþýyorlar idi.
Ancak, bu belirttiðim farklýlaþmalarý çok daha aþan bir benzeþme bütün öðrenciler için, sosyal kökenleri, baþarýlarý ne olursa olsun geçerlidir bizim ülkemizde.
Devletin on senelerdir dayattýðý bir endoktrinasyon konusunda öðrenciler hayret verici bir biçimde ayný refleksleri verirler, birbirlerine çok yakýn düþünürler.
Ýlginçtir, bu konuda özel bir dikkat sarfediyorum, belirli konularda, türbanlý kýz öðrencilerle kürt öðrenciler de bu endoktrinasyondan nasiplerini almýþ gözükmektedirler.
Milli eðitim politikalarýný, kitaplarýný, yaklaþýmlarý çok eleþtiriyoruz ama haklarýný teslim etmek de þart, milli eðitim denen süreç on yýllardýr kendi tanýmladýðý hedeflere ulaþmada son derece baþarýlýdýr.
Belirli yanlýþlara, yalanlara seneler boyu farklý kuþaklarý inandýrmak, bu doðrultuda þartlamak kolay deðildir ama milli eðitim denen süreç bunu baþarmýþtýr.
Bu amacýn ve baþarýyla ulaþýlan hedefin 20. asýrda, Cumhuriyet’in kuruluþ dönemlerinde, 70’lerin baþýna kadar diyelim, belki de bir anlamý vardý.
Bugün ise bu hedefin, bu hedefe ulaþmak için kullanýlan enstrümanlarýn artýk hiçbir þeye yaramadýðý ortadadýr.
Bu anlayýþýn Türkiye’ye takoz olduðu da görülmektedir ama bu þartlandýrma o kadar yaygýndýr ki, bu sürecin en dýþýnda kaldýðýný düþündüðünüz kiþilerde, gruplarda bile olmadýk bir yerde ve zamanda ortaya çýkabilmektedir.
Örneðin, kavmiyetçiliði en çok dýþlamasý gereken dindar kesimlerde güçlenen milliyetçi refleksleri ben ancak o dindarlarýn da ayný tezgahtan geçmiþ olmalarý ile açýklayabiliyorum.
Bu yanlýþ þartlanma, þartlandýrma cenderesinden kurtulmadýkça Türkiye’nin 21. yüzyýlýn küresel ortamýna ayak uydurmasý zor olacaktýr.
Mesele sadece yasalardaki bazý yanlýþ ifadeleri deðiþtirmekle sýnýrlý deðildir; bu deðiþiklikler çok olumludur, alkýþlýyoruz ama esas mesele önce müfredatý, tüm kitaplarý ve esas olarak da öðretmen profilini deðiþtirmekten, zihinlerini özgürleþtirmekten geçmektedir.
21. yüzyýl eðitim felsefesi benzeþmeyi deðil, barýþ içinde farklýlaþmayý özendirmelidir.