Benim kanaatimce, insanlar, Ýslam Peygamberi Hz. Muhammed’e dair üç ayrý görüþe sahip olabilir.
Birincisi, Hz. Muhammed’in Allah’tan vahiy aldýðý ve dolayýsýyla O’nun Elçisi olduðu görüþüdür. Bu, elbette, biz Müslümanlarýn itikadýdýr. Her Müslüman buna iman eder; insaný Müslüman yapan da bu imandýr zaten.
Diðer iki görüþ ise, Müslüman olmayanlara aittir.
Bunlarýn ilki bence “vicdanlý gayrýmüslim” görüþüdür. Buna göre Hz. Muhammed, Allah’tan vahiy almadýysa da, yaþadýðý mistik haller sonucunda buna samimi olarak inanmýþtýr. Yani, davasýnda dürüsttür, idealisttir.
Üçüncü görüþ ise bence artniyetli olan yorumdur ki, Hz. Muhammed’i, vahiy almadýðýný bildiði halde bunu iddia eden, yani gerçek dýþý beyanlarda bulunan bir insan olarak tasvir eder. (Bunun niçin artniyetli olduðunu bu sütundaki “Seküler Gözle Hz. Muhammed” baþlýklý yazýmda izah etmiþtim.)Peki ben þimdi bunlarý niçin mi anlatýyorum?
Çünkü yazar Sevan Niþanyan, buradaki üçüncü görüþü kabaca savunan provokatif bir cümlesi nedeniyle ceza aldý. “Halkýn bir kesiminin benimsediði dini deðerleri alenen aþaðýlamak” suçundan 13 ay hapis yatacak.
Sevan Niþanyan davasý
Peki ama Niþanyan Hz. Peygamber’e hakikaten hakaret mi etti? Ve onun söylediðine benzer sözlerin cezalandýrýlmasýný savunan Müslümanlar acaba doðru mu düþünüyor?
Önce Niþanyan’ýn sözünden baþlayalým. Burada tekrarýna lüzum görmediðim bu söz, kuþkusuz kaba, saygýsýz ve alaycý bir ton içeriyordu. Bu açýdan kýnadým, kýnýyorum.
Ancak bana sorarsanýz ayný söz teknik olarak hakaret de sayýlmazdý. Hz. Peygamber hakkýndaki yukarýda belirttiðim üç görüþten üçüncüsünü ifade ediyordu nihayetinde.
Kuþkusuz, Niþanyan’ýn veya bir baþkasýnýn, Ýslam Peygamberine saygý duymasa bile Müslümanlara hürmeten saygýlý konuþmasýný isteyebiliriz. Zaten herkes farklý inançlara dair öyle ölçülü konuþsa, dünya çok daha iyi bir yer olur. Ancak her kaba ve incitici sözün sahibini de hapse atamayýz. Nezaketi yasayla tesis edemeyiz.
O nedenle ben Niþanyan’ýn cezalandýrýlmasýna karþý olanlardaným. Dediklerine çok karþý olmama raðmen.
Medenilere galebe
Ancak asýl üzerinde durmak istediðim mesele, Niþanyan mahkumiyeti deðil. Bunun iþaret ettiði daha büyük bir mesele var: “Ýslam’a dil uzatanlara” karþý Müslümanlarýn ne yapmasý gerektiði.
Bugünün Müslüman dünyasýna baktýðýmýzda, “Ýslam’a uzanan diller kopsun” diye özetlenebilecek yaygýn bir eðilim görüyoruz. Ýslamî olma iddiasýndaki devletler, “dine hakaret” (blasphemy) yasaklarý yoluyla, “sapkýn” söylemleri susturuyor. Batý’da yaþayan Müslümanlar ise, öfkeli protestolardan þiddet eylemlerine kadar uzanan sert tepkiler veriyor anti-Ýslami söylemlere.
Ancak bu “susturma” çabasýnýn bir zararý oluyor söz konusu Müslümanlara: Objektif veriler üzerinden tartýþarak inançlarýný savunmayý yeterince öðrenemiyor, bu yüzden de entelektüel yönden zayýf kalýyorlar. Biraz Kemalistlerin haline benziyor durum: Eþit þartlarda fikri rekabete girmemek, bunun yerine güce yaslanmak, fikren kuraklaþtýrýyor, çocuksulaþtýrýyor.
Buna mukabil, seküler dünyadan gelen saldýrýlara karþý “susturma” deðil de “cevap verme” yolunu seçen Hýristiyanlar ise, açýkçasý, entelektüel yönden daha birikimli. Bugün bir ateistle fikri tartýþmaya girmek isteseniz, en büyük “mühimmat”ý Hýristiyan kaynaklarýnda bulursunuz, bizim Müslümanlarda deðil, ne yazýk ki.
Diyeceðim o ki, meselemiz, “kutsala laf ettirmemek” deðil, edilen laflarý çürütecek bilgiye, akla ve üsluba ulaþmak olmalý. Üstad Bediüzzaman’ýn daha bir asýr önceden gördüðü gibi, “medenilere galebe ikna ile” oluyor. Bu da önce medeni þartlara adapte olmayý gerektiriyor.