Kutsalı yitirirken, İslamcı düşünce nerede?

Bangladeş’in Cemaat-i İslam liderlerinden Abdülkadir Molla, tüm dünyanın gözleri önünde idam edildi. 1968’deki politik görüşleri sebep gösterilerek. Gerçi o tarihte Bangladeş diye bir ülke yoktu henüz. O zamanlar Doğu Pakistan olan şimdiki Bangladeş’in, ayrılmasını istemeyenlerden olduğu için idam edildi Molla. Halbuki kurulduğundan bu yana 42 yıldır Bangladeş’in yasal, legal siyasetçilerinden birisiydi, doksanlarına dayanmıştı idam edilirken de... Sadece pervasız bir adaletsizliğin itirazıyla karşılamadım bu olayı ben. Garkolduğum; derin ve dipsiz bir yalnızlıktı. Bunu, Bangladeş’in hemen bir nehir ötesindeki Arakan’da palalarla doğranan son Rohingaların, az evvel yakılmış köylerinden geçerken de hissetmiştim. Bir yanlışa itiraz’dan bahsetmiyorum, itirazlar caddesinde pankartlar taşıyarak geldim bu yaşa, başka bir şey.. Anlamın yitirilmesi gibi, sıdkın sıyrılması gibi hayattan...

 

***

Ron Fricke imzalı 1992 yapımı “Baraka” filmini pek çoğunuz hatırlar. İçinden tek bir kelimenin geçmediği, çekimleri 24 ülkede tamamlanmış belgesel; toplumsallaşma, ilerleme, üretim, refah, büyüme, kentleşme gibi genelde pozitif anlamlar yüklediğimiz kavramların, dünyamızdan “eksilttikleri” üzerine kuruludur...

Eksilen: “Bereket”tir. Ki; filmin adını aldığı bu kavram, kutsanmış ve hayırlı olan şeydir, ikramdır.

Endüstriyel atılımların, bilimsel keşiflerin, teknolojik ilerlemenin, planlanarak çoğalan para ve kariyer nemalarının, hızlı ve mecburi kentleşmenin, hayatımızdan çıkardığı hatta kovduğu kutsalın, sesi giderek kısılan yok oluşunun öyküsüdür bu... Güce endekslenmiş insanın, güçlendikçe düştüğü garip bir yoksullaşmadır bu... İnsan olmaya has “anlam” bereketi, kaçıp gitmiştir.  

 

***

Dr. Ali A. Allawi’nin, “İslam Uygarlığı’nın Buhranı” adlı kitabında, “İslam Devleti Bundan Sonra Ne Yöne Gider?” adlı önemli bir makale var. Allawi, meş’um Irak işgalini yaşamış akademisyenlerden birisi. Ağır işgal, 1.5 milyon ölü, paramparça bir imha oluş ile sadece Irak’tan ibaret değil kaygısı. Dokusu zedelenmiş, geleneklerinden kopartılmış, dikta rejimlerine mahkum olmuş, bilimsel devinimini yitirmiş, yoksulluğun had safhada, yaratıcılığın çöktüğü bir düzeyde, İslami Uyanışa dair sesleri arıyor kitabı boyunca Allawi... Muhammed İkbal’in “Şekva” şiirinden beyitleri, bahsettiğim makaleye epigraf olarak koymuş: “Artık ellere bahşediyor dünya ihsanı ve itibarı/ Bize kalansa dünyanın sadece hayaleti ve bir rüya.”  

 

Allawi’yi, geçen yüzyıldaki İslamcılardan (alıntı yaptığı İkbal’den de) ayıran önemli bir farkındalık var. Geçen yüzyılın İslamcıları için “kurtuluş”ken ana metafor, bugün çevresinde dolaştığımız daha çok “uyanış”... Evet, bağımsızlık ve işgal/dikta karşıtı anti-emperyal duruş, halen İslamcılığın anaç kalemlerindendir. Ama görünürde savaşın yaşanmadığı İslam toplumları da “medeni kriz”i atlatmış değildir. Mehmet Akif’in “teknolojik gücüne” hayran olduğu “Batı”dan hemen her türlü “ilerleme sağlayıcı” teknik, siyasal, kurumsal araç ithal edilse bile “eksik” olan bir şey vardır...

İlerleme’ye, büyümeye, gelişime, uluslararası kaliteye odaklanmış gerek sivil gerekse politik hareketlerin -velev ki İslamcılık öngörüsünde olsun- varabileceği limitlerde, hesap edilememiş şekilde büründükleri “ana akıma benzeşim krizi”dir bu. “Uyanış”ın aksine, “diğerleriyle birlikte dünyaca uyuma”ya dönüşen yeni kriz; insanlığın “adalet”, “hakkaniyet”, “merhamet” gibi beklentilerini karşılayamamaktadır. İnsan, belki bu yüzyıldaki kadar “yalnız” kalmamıştır hiç...

Abdülkadir Molla’ya “hukuk dışı” koşullarda reva görülmüş bu infazla, genelde İslam toplumlarının, özelde İslamcı düşüncenin cezalandırılıp tedip edildiğini düşünenler yanılıyorlar... İnsanlık’tır kaybeden... Bizi insan kılan değerlerdir yitirdiğimiz. “Zübde-i alem” olan insanın kırıldığı yerde, alemdir kırılan.

Masumiyet idama çekildiğinde, dünyanın “bereket”idir kaçan. Kutsalıdır yiten...