Kuvveden fiile paralel yapı

Biz bu noktaya nasıl geldik? Başlangıç tarihini 7 Şubat olarak işaretleyenler olduğu gibi, biliyorum ki her şeyin gaz ve toz bulutu olduğu zamanları, yani ta 40 yıl öncesini işaretleyenler de var takvimde.

Lakin olayların seyrini değiştiren kritik nokta çok daha yakın geçmişte.

Bugün yaşanan siyasi kuşatmayı da, çorabın yargı ayağına nasıl örüldüğünü de gösteren ifadesinde geçen hafta Başbakan Erdoğan aynen şöyle diyordu:

“7 Şubat işin görüntüde kırılmasıdır, asıl olay referandumla alakalıdır. 2010 referandumu, dikkat ederseniz onların çok çırpındığı bir referandum oldu. Meğerse bu iyi niyetli değilmiş. Şimdi bunları düşünüyorum. Çünkü o referandumda tek hedefleri vardı. İdari ve adli yargıyı ele geçirmek. Bunu az veya çok başardılar. Sonra bu olaylar gelmeye başladı. Çünkü dinlersin ama dinlemenin bir de adli boyutu var. Oradan tamamlanması lazım. Onlar orayı hallettiler. Yargıya bu iş gittiği zaman orada da gereğini yapacağız dediler. Hem birincil mahkemede hem üst mahkemede çözmüş oldular. Üçayağını da tamamladılar. İşin istihbarat ayağı, emniyet ayağı, yargı ayağı”.

2010 referandumunda “evet” yahut “yetmez ama evet” diyen herkesin oyu, vesayetçi yapıların HSYK’daki hâkimiyetinin kırılması ve kurulun çoğulculaşması içindi hâlbuki.

Mutat olduğu üzere CHP’nin AYM’ye götürdüğü değişikliğin tırpanlanmasıyla bizlerin değil paralellerin istediği oldu ne yazık ki. Yargıya bir hayalet böylece çöreklendi. Sonrası malum.

Düne dair

İmdi... Buradan çıkabilmemiz için bugün yaşananların düne dair bir dökümünün yapılması ve sorumluların esaslı birer özeleştiri vermesi şart görünüyor. 

Bunun siyasi sorumluluğu tartışılmaz biçimde ve öncelikle siyasi iktidara aittir. AK Parti ve Hükümet yetkilileri de bunu “büyük bir ihanet” olarak değerlendiriyorlar zaten.

Bu değerlendirmeleri de, yolsuzluk iddialarının gerçekliğini de, daha fazla özgürlük ve demokrasi isteyen Türkiye toplumunu vesayetten vesayet beğenmek zorunda bırakan muhalefeti de hesaba çekecek olan halktır nihayetinde.

Bu olacak, bunun da vakti gelecek.

Lakin şimdi değil. Şimdi yapılması gereken, tüm ayakları ve var gücüyle saldırıya geçen sinsi mekanizmanın işlevsizleştirilmesi ve saldırıların savuşturulması. 

Yargının ve bütün kamunun liyakat esasına göre yeniden tesisi de, ilkelerin temize çekilmesi de sonra yapacağımız işler. 

Allah’a şükür ki halkın kahir ekserisinin olup biteni doğru anladığı ve öncelik sıralamasını - tüm zamanların çürükleri ve zor zamanların snopları gibi değil de- sağlıklı şekilde yaptığı, kamuoyu araştırmalarından anlaşılıyor.

Ama gönül istiyor ki tüm siyasi partiler aynı farkındalığa sahip olsaydı ve siyasi-hukuki alan bu saldırılara karşı ortak mutabakatla savunulabilseydi. Olmadı. Muhalefet, küçük siyasi hesaplarından, Sırrı Süreyya’nın dediği gibi ambulans arkası fırsatçılığından vazgeçmedi.

Niye şimdi?

Peki, bu mekanizma niye daha önce değil de şimdi, yani Hükümete yönelince fark edildi diyenlerin haklılık payı yok değil, ama şu da var:

Daha önce şüphelenilse de teşhis edilemeyen, ele avuca gelmeyen, hukuk kamuflajlı sinsi yapı, her şeyi ŞİMDİ göze aldı ve kendini ilk kez 17 Aralık’ta üstelik kimseden çekinmeden gösterdi.

Niyesini bilmiyorum.

Ama ne olduğunu, nerelerde olduğunu, niyetini ve potansiyelini herkes gördü.

Kuvveden fiile -şimdi- geçti yani.

Ne yapalım peki, ilk ben gördüm sen görmedin diye kavgaya mı tutuşalım ilkokul çocukları gibi? Yoksa aklımızı başımıza devşirip, saldırı altında olanın ortak kazanımlarımız ve ortak geleceğimiz olduğunu fark edip ortak tavır mı alalım?

İşin aslı şu an her şey birbirine karışmış durumda.

Bize bir hakem lazım.

Devletteki tüm hakem kurum ve kurulların da paralize olduğu bir ortamda halktan daha sağlam hakem olamazdı, olamaz. 

Neyse ki 30 Mart’a az kaldı.

Sandıktan çıkacak sonuç elbette ki sorunlarımızı çözmeyecek ama bize bir hareket noktası ve yeni Türkiye’yi yeniden kurabileceğimiz bir zemin sunacak.