‘La Galibe İllallah’, ‘Allah’tan başka galip yoktur’

BOYUT: Taberi’nin İbni İshak rivayetiyle aktardığına göre; Hz. Adem, dünyaya indirildikten sonra şöyle ağlamış; “Allah’ım Cennetinde komşundum. Dilediğim şekilde yaşardım orada. Sonra beni mukaddes bir dağa koydun. O zaman da hiç olmazsa Meleklerin Arşı tavaf ederken çıkarttıkları sesi işitir, Cennetinden güzel rayihalar koklardım. Ama daha sonra beni yeryüzüne indirdin. Boyum kısaldı ve artık o Melek seslerini işitemez oldum. Üstelik önceleri aldığım Cennet kokuları da kaybolup gitti...” Allah Teala ona şu cevabı vermiş: “İşlediğin günah sebebiyledir bu başına gelenler...” İbni İshak şöyle devam eder: “Hz. Adem, boyu 60 zira’ya indirildikten sonra, Hindistan taraflarına bırakılmıştı, oradan yayan olarak tam kırk kere Hacca gitmişti. Onun bir adımı tam üç günlük yola denk gelirdi...”

Yukarıda alıntıladığım tarihi bilginin sahihliği üzerinde bir kritik yapacak değilim. Taberi, bir tarihçi olarak yazdığı dünya ve hükümdarlar tarihinde böyle zikretmiş. Benim için alıntıda geçen ilk insana dair boyuttur dikkat çekici olan; 4080 cm. olarak güncellenmiş Hz. Adem’in boyu. Buzul Çağı öncesinden kalma fosiller, gerek bitkilerin gerekse hayvanların şimdiki zamana göre epey görkemli boyutta olduklarını söylüyor bize, devasa dinozorlardan artık eser yok, neredeyse bir ağaç büyüklüğündeki eğreltiotları da artık dere kıyılarını süsleyen kısa boylu otlardan... İnsan, bu kadar uzun boylu olunca dünyanın üzerinde bir rüzgar gibi oradan oraya kolayca seyahat edebilirmiş demek... Boyut ve hareket arasındaki ilişki oldukça iddialı değil mi sizce de...

***

ZAMAN: Es Salih Subhi’nin Yaşar Kandemir tarafından dilimize aktarılan “Hadis İlimleri ve Hadis İstılahları” adlı eserinden bir başka alıntı: “Alim Sahabelerden Cabir b. Abdillah, bir deve satın alarak eşyasını yükledi ve Abdullah b. Uneys’ten, kısas mevzuundaki bir hadisi sormak için Şam’a kadar tam bir ay süren meşakkatli bir yolculuk yaptı”...

Demek ki, ilk insandan Hz. Cabir’e kadar geçen süreçte, insanların boyu bir hayli kısalmıştı ki... Bir adımda üç günlük mesafeyi alamıyorlardı artık. Sadece birkaç satırlık bir bilgiye kavuşabilmek için, epeyce zorlu hatta bir ay sürecek zahmetli bir yolculuğa çıkıyorlardı... Zaman ve bilgi arasındaki bu kadar emek isteyen bir ilişki, alimleri ve kitapları bizim için saygıdeğer kılmıştır diyebilir miyiz?

ENDÜLÜS: Refah seviyesi ve sosyalleşme imkanları arttıkça mütedeyyin kesimin “tatil” ve “boş zaman” algısı da değişti. Özellikle kültürel ve tarihi içerikli geziler, kumsal üçgeninde tanımlanmış eski tatil ezberlerini bozuyor. Hemen her ay, mütedeyyin kadınların oluşturdukları gezi gruplarıyla Endülüs’e seyahat teklifleri düşüyor elektronik posta kutuma... Bana oldukça kullanışlı bir bilgi portalı da tavsiye ettiler, tüm dünyadaki oteller ve uçuş biletleri hakkında anlık indirimli rezervasyonları haber veriyor...

Evet, boyumuz ilk insana göre oldukça kısa, Meleklerin ayak seslerini de işitemiyoruz, ama en azından Hz. Cabir’den daha şanslı olduğumuz söylenebilir, bir ay boyunca deve sırtında gidilmiyor bilgiye kavuşmak için... Tek bir sorun var geride; bilgi ne demek?

Arkadaşım Nilgün Diptaş, Endülüs’te El-Hamra’nın duvarlarından çektiği meşhur; “Lâ Galibe İllallah” düsturunu yolladı mobil telefon üzerinden geçen akşam... “Allah’tan Başka Galip Yoktur” diyor bu Endülüs ibreti... Yedi yüz yıllık muhteşem bir medeniyetten bize arta kalmış bir kutlu fısıltı gibi.

Zaman, boyut ve bilgi denkleminde, hız ve imkanlarımızın arttığı kesin. Ama Endülüs’ün duvarlarını bana sadece birkaç saniyede taşıyan bu fotoğraf, global fuarın içinde görücüye çıkmış enteresan bir müze objesi de olmamalı. “Hikmet” dediğimiz mef’hum mesela, modern hayatımızda ne kadar etkin? Gerçek galibiyetin yalnızca Allah’ın olduğuna yürekten inanıyor muyuz? Yoksa bir hatıra defterindeki kenar süsü mü Endülüs? İbni Haldun medeniyetlerin akıbeti hakkında moral bozucu şeyler söyler Mukaddime’de. Gelip geçicidir dünya, galibi yoktur. Belki de yalnızlığımızla baş etmek için arıyoruz bilgiyi...