Laikler, bu kadar 'diplomalı câhiller' yetiştirdikleri için öğünebilirler

*Sivas'tan Ali Sabancı, Urfa'dan Şeyhmuz Taşçıoğlu, Erzurum'dan Ârif Işık, Taha Ergül, İstanbul'dan Tahsin Mertol, Kemal Yiğit, Ayşe Yıldızoğlu, Remzi Akar, Manisa'dan Turgut Erol, Konya'dan Muammer Haksöyler ve Malatya'dan İsmet Sabırlı isimli okuyucular aynı konuya değiniyorlar ve diyorlar ki özetle: 'Miladî-2024 yılbaşı, yani 1 Ocak Pazartesi sabahında İstanbul'un büyük câmilerinde sabah namazını kılıp Bâyezid, Ayasofya, Sultanahmed üzerinden Eminönü'ne doğru bir sel gibi akan, -sizin deyiminizle, dudakları dualı- yüzbinler karşısında, yılbaşı gecesinin sarhoşluğu içinde oldukları anlaşılan kesimlerin, ekranlarda gördükleri 'Lâilâheillallah, Muhammed'un Resulullah' yazılı bayrakları bile, 'Hılâfet Bayrağı açtılar!' diye vaveylâ koparmaya kalkışmaları ve kırmızı görmüş boğalar misali, hemen saldırıya geçmeleri karşısında milletin hıncını tam olarak yansıtmanızı bekliyoruz.

--Evet, bu kardeşlerimiz gibi, hınç ve hışımlarını ifade etmeye çalışanlar bilsinler ki, 'taife-i laikus' öyle bir câhiller ordusu ki, halkımızın çöplüğü mesâbesinde olan ve halkının inanç ve gönül dünyasında dünyasından uzak güruhturlar. Ve laik eğitim taraftarlarının bir asırlık kokuşmuş semeresidirler. Onların câhillik veya hamakâtlerinden dolayı Hılafet Bayrağı dedikleri nesnenin, asırlarca, bugün de kullanılan ay yıldızlı bayrak olduğundan haberleri bile yok. Bu gibi câhillere ve birilerini tahrik etmeye kalkışanlara söyleyecek söz bulamıyoruz. Biz yine de, o gibilere karşı hıncımızı frenlemeyi unutmayacağız. Çünkü bir takım ısırgan yaratıklar bizim paçalarımıza saldırdıkça, hemen tepki vermeyip, 'h...şt!' demekle yetineceğiz.

*Zâkir Postacı isimli okuyucu; 'Sultan 2. Abdulhamîd'den bir 'İslam kahramanı' çıkarıyorsunuz. '2. Abdulhamîd öyle birisi değildi, nitekim o dönemin önde gelen Müslüman M. Âkif, Elmalılı Hamdi, Said Nursî, Babanzâde Ahmed Naim, Muhammed Şemseddin (sonraların Günaltay'ı) vs. mütefekkirler ve kanaat önderleri de Abdulhamîd'e karşıydılar, onlar göremedi de, şimdi uzaktan siz mi daha iyi görüyorsunuz?' diyor.

--Şahsen bu arkadaşın o tesbitlerine katılmıyorum. Abdulhamîd'i, en azından, kendisinden 15-20 sene sonra gelenler gibi bir 'İslam düşmanı' olarak görmüyorum. İsimlerini zikrettiklerinizden sadece Said Nursî o dönemi 'Eski Said' diye anarak, zımnen hatasını biraz kabul etmiştir. Diğerleri ise o şiddetli muhalefetlerinden ve daha sonra yaşanan ne büyük emperyalist saldırıları da gördükleri halde, tek cümlelik bir yanlışlık yaptıklarını bile dile getirmemişlerdir. Halbuki onlar gibi derinlikli bir İslamî kimlik sahibi olmadığı düşünülen İstanbul Dâr'ul-Fünûnu Reisi (üniversite rektörü olan) Feylesof Rıza Tevfik bile, 'Abdulhamîd'in Ruhâniyetinden istimdâd.' isimli meşhûr şiirinde, kendisinin ve kendisi gibi Abdulhamîd düşmanlığında birleşmiş olanların ne kadar akılsız olduklarını beyân etmiştir; hem de, Abdulhamîd azledildikten ve bu dünyadan gittikten sonra.

Ayrıca, Abdulhamîd'in devletin başına geçişinin hemen sonrasında kucağına bir ateş topu gibi bırakılan ve çok ağır bir yenilgimizle sonuçlanan '1877-78 Osmanlı-Rus (Hicrî-1293) Harbi'nin getirdiği ağır sosyal yıkımı, o korkunç felâketi 10 sene gibi bir süre içinde atlatabilmesi bile çok büyük bir iş idi; Abdulhamîd bunu başarmıştır. Ama o dönemin okumuş kesimlerinin, bütün o yaşanan faciaları görmeyip, Osmanlı'yı çökertmek için entrikalar çeviren emperyalist çevrelere, hem de 'hürriyetçilik' adı altında destek vermeleri, evet, o konuda, asıl görülmesi gereken facia budur.

100 yıl geriden bakıldığında Abdulhamîd'de birçok yanlışları ben de bulabilirim, başta 'Hareket Ordusu'nun karşısına halk gücüyle çıkamayışı ve Şeyhulislamlık makamı adına hakkında verilen 'Hal' (Azl) fetvâsı'na kuzu-kuzu teslim olması' olmak üzere. Ama bu, onun, Osmanlının son 300 yıl içinde, yaşadığı zamanı ve dünyayı anlamakta en derin ve geniş düşünen bir sultan olarak ortaya çıktığı şeklindeki kanaatime bir nâkıse teşkil etmez.

*Konya'dan Fatimâ Zehrâ Akalın isimli okuyucu diyor ki: '... Biz buraya geldiğimizde, Almanya'daki alışkanlığımızı sürdürüyor ve 'kermes' denilen bir sosyal etkinlik düzenliyorduk. 5 yıl kadar öncelerde ülkeye izinli geldiğimde, bir kardeşimiz bu 'kermes' lafının 'kilise yardımlaşması' mânasında olduğuna dair bir yazınızı göstermişti. Almanya'ya gittiğimde baktım, hakikaten de öyleydi. Ve sonraki gelişlerimde görüyorum ki, bu isimlendirme terk edilmiş, aynı etkinlikler 'Hayır Çarşısı' adı altında düzenleniyor. Hele de deprem bölgelerine ve Gazze'ye yardım için düzenlenen bu gibi etkinlikleri kendi dünyamızdan haber veren 'Hayır Çarşıları' gibi isimlendirmelerle anmalıyız...'