Lale zamanı

Hangi şehrimize gitseniz ‘Bahçeli Evler’ diye bir semt bulursunuz. Kırk elli yıl önce bir evin bahçeli olması önemsenirmiş. O zamanlar böyle semtlere ‘bahçeli’ sıfatı uygun düşermiş. Şimdi bakıyorum, o tür evler kalmadı. Daha çok betonarme evler var her yerde. Peki, niye “Betonarme Evler” diye bir semt yok hiçbir yerde? Oysa “betonarme evler” birçok semte isim olmayı hak ediyor. Etmiyor mu? Ediyor, ediyor...

Nüfusun önemli bir kısmının kırsal alanlarda yaşadığı ya da şehirdeki evlerin pek çoğunun bir bahçeye sahip olduğu zamanlarda insanlar laleyi de biliyordu, gülü de, diğer çiçekleri de. Bülbülü de biliyordu, kumruyu da. Betonarme binalar arasında büyüyen günümüzün çocukları serçe ve güvercinden başka hangi kuşu görüyor acaba? Kaç çiçeği koklamıştır sizce betonarmenin çocukları? Şu rast şarkıyı Münir Nurettin Beyden dinlemek belki o dönemin âşıkları için çok anlamlıydı:

“Erdi bahar sardı yine neşe cihanı,/ Eğlenelim raks edelim lale zamanı./ Açtı bu dem naz ile gül gonca dehânı,/ Dinleyelim bülbülü gel lale zamanı...”

Belki şunun gibi türküler söylüyordu o zamanların sevdalıları:

“Yine bahar geldi güller açıldı,/ Kokar burcu burcu dallar sevdiğim/ Daldan dala uçuşuyor kumrular,/ Gelir cıvıl cıvıl sesler sevdiğim...”

Şimdi kuş sesleri içinde bülbül sesini ayırabilecek kimse var mı etrafınızda? Ya çiçekler... Anadolu’nun bazı yerlerinde papatyanın adı güllümbebektir. Güllümbebek toplamadan, seviyor sevmiyor diye sırayla onun yaprakçıklarını koparmadan büyüyen çocuklara yazık oluyor diyorum ben. Sıradan çiçekleri görebileceğimiz yerler bile yok artık. Bazı belediyelerin gayretleri takdire değer, ama eğer bir çocuğun oyun mekânında yoksa bunlar, nasıl zihinlerde yer edecek çiçek sevgisi? Bir annenin çocuğunu sever gibi çiçek sulamasını nereden bilecek genç nesiller? Zihin dünyalarında sevgi, şefkat gibi kelimeler nasıl anlam kazanacak? Bülbülün güle ne anlattığına dair nasıl bir imaj oluşacak? Estetik anlayışımız, bütün bunlar olmaksızın nasıl şekillenecek?

Bugünler lale zamanı. Rengârenk laleleri görmek için betonarme binalar arasında yaşayanlara yine de bir imkân yaratmak gerekir diye düşünüyorum. Gülle bülbülü bir arada görmek zor belki, fakat yine de lalenin sunduğu güzelliklerden mahrum kalmamak lazım. İskender Pala’nın Katre-i Matem adlı güzel romanından tad almak için bile lale ile tanışır olmak gerekiyor. Kaç şehrimizde botanik bahçeleri var, kaç okul buralara geziler düzenliyor?

Bugünlerde kentsel dönüşüm çok konuşuluyor. Laleden, gülden bülbülden, çiçekten habersiz büyümüş mimarların ve şehir plancılarının bu işten uzak tutulmaları gerekir diyeceğim ama bu sefer de işler kalacak diye korkarım. Çürük de olsa gecekonduların önünde iyi kötü bir bahçe vardı, ya yeni yapılan o korkunç çok katlı bloklarda? Dün gecekondular kondurulurken sorunu teşhis edemeyen, gerekli adımları atmakta aciz kalan ve hiçbir çare üretemeyen bu ülkenin aydınları, üniversiteleri, hükümet ve belediyeleri kısaca bütün toplum, korkarım ki şimdi beton bloklar kondurulurken hiçbir şey söylememenin ezikliğini yarın çok daha derinden hissedecekler?

Baharı yaşamak için önce huzur gerekiyor. Ülkemizin terör sorununu çözmek için gösterdiği gayretler umarım bahar havasını da beraberinde getirir. Bu ülkenin dinamikleri, geçen hafta da söylediğimiz gibi, herkesi şiddetten uzak durmaya ve sorunları siyaset içinde çözmek için gayret sarf etmeye mecbur ediyor. ‘Çözüme evet, ama neyin karşılığında’ diyenler işin bu noktasına biraz daha fazla dikkat etseler diyorum. Çözüm süreci sadece son dönemdeki çalışmalardan ibaret değildir. Çözüm süreci içine AB ve demokratikleşme adımlarını, 2007’de asker vesayetine direnmeyi, 2008’de Ak Parti hakkında açılan kapatma davasının reddini, 2009’daki açılımı, 2010’daki referandumu da katmadan olmaz.

İzmir’in EXPO’da başarılı olması bile bu yazdıklarımla orantılı. Ne kadar huzurlu ve barış içinde bir Türkiye, o kadar başarılı bir EXPO yarışı...