Latin alfabesi milliyetçi refleksle ‘Türk harflerine dönüþtü

Alfabe deðiþikliðinin, Arap alfabesinden Latin alfabesine geçiþ sürecinin aslýnda hayli uzun bir öyküsü var; öykünün son kareleriyse hýzla aktý geçti. Eðitimin göreli olarak yaygýnlaþmasý sonucunda Türkçeyi Arap alfabesiyle yazmanýn getirdiði sorunlar daha fazla göze batar hale geldi. Önceleri uzun zaman Arap harflerinin yazýmýnda reform yapýlmasý düþünüldü. Harflerin týpký Latin alfabesinde olduðu gibi, artýk bitiþik deðil de, ayrý ayrý yazýlmasý öneriler arasýndaydý. Sonradan noktalama iþaretlerinin konulmasý ve küçük ve büyük harf kullanýlmasý önerileri de sökün etti. Hele basýnýn geliþmesi matbaacýlýkta kullanýlan hurufatýn çeþitliliði ve çokluðu, yeni yeni basitleþtirilmiþ çözüm yollarýný zorunlu kýldý. Þinasi mesela, hurufatýn sayýsýný bir hayli azaltarak, daha hýzlý dizgiyi mümkün kýldý. Enver Paþa’nýn birinci dünya savaþý yýllarýnda kullanýlmaya baþlanýlan “yeni yazý”sý da, bu türden reform giriþimlerindendi ve sonuncusuydu.

Sadece teknik mesele deðil

Fakat alfabe meselesi, sadece teknik bir mesele deðildi; iþin özünde siyasal, ideolojik ve kültürel endiþeler de vardý. Bu nedenle Latin alfabesi alýnmasýný ilk kez gündeme getirenlere karþý Namýk Kemal mesela çok kýzmýþtý. Bunun Osmanlý birliðini bozacaðýndan çekinmiþti. Kültürel bir kopuþa yol açacaðýndan tehlikeliydi de. Müslüman olan Arnavutlarýn Latin alfabesine geçmeleri epey bir kýrýlma yaratmýþtý. Ardýndan Azeriler de ayný iþi yapacaklardýr. Hüseyin Cahit Yalçýn, Ýttihatçýlarýn resmî organý sayýlan Tanin gazetesinde Latin alfabesinin alýnmasýný açýkça savununca, epey zýlgýt yemiþti II. Meþrutiyet yýllarýnda. Eski yazý, Ýslâmýn ayrýlmaz bir parçasý sayýlýyordu. Türkçüler de, bütün Türk dünyasýný bir gün birleþtireceðinden hareketle, Türkler arasýnda ortak alfabenin deðiþtirilmesine þiddetle karþý duruyorlardý. Bu türden siyasi ve ideolojik tutumlar, alfabe meselesinin çekirdek tartýþmasýna dönüþmüþtü.

Hýzla atlamak gerekirse, 1928 yýlýna, harf inkýlâbýna gelindi. Ýlginç olan nokta, Latin alfabesine verilen isimdi: Türk harfleri. Latin harflerinin tam olarak ne zaman Türk harfleri olduðunu açýklayan hiç kimse olmadý þimdiye kadar; ama muhtemelen yeni harflerin yabancý deðil de millî olduðunu ilân etmek, savunma refleksinin tabiî bir sonucuydu. Böylece eski yazýnýn Kur’an yazýsý olmasý ve bu nedenle kutsal görülmesinden doðan tepkiler, hiç olmazsa millî sýfatýyla dengelenmeye çalýþýlýyor olmalýydý. “Türk Harflerinin kabul ve tatbiki hakkýnda kânun” 1 Kasým 1928 tarihinde kabul edilmiþti, iki gün sonra 3 Kasým’da da yürürlüðe girdi.

Para-pulda deðiþim gecikti

Artýk Türkçe yazmak için kullanýlan Arap harfleri yerine Latin esasýndan alýnan yeni harfler, Türk harfleri ünvanýyla benimsenmiþti. Bu tarihten itibaren her yerde yeni harflerle yazý zorunluydu; ama istisnalar belirli bir süre için geçerli olacaktý: Devlet yazýþmalarý, 1 Haziran 1929 tarihine kadar kesin olarak yeni yazýya adapte olacaktý. Yine ayný tarihe kadar resmî dairelerde halkýn dilekçeleri eski yazýyla da olsa kabul edilecekti. Resmi ve özel bütün tutanaklar 1 Haziran 1930 tarihine kadar Arap harflerinin stenosuyla tutulmaya devam edilebilecekti. Devlette yine ayný tarihe kadar kitap, yasa, talimatname, defter, cetvel, kayýt ve sicil gibi basýlý malzemenin kullanýlmasý mümkündü. Bankalar ve þirketlerin yeni yazýya geçmeleri ayný tarihe kadar ertelenmiþti; kendilerine sunulacak eski yazý dilekçeleri de kabul etmeye devam edeceklerdi, yine ayný tarihe kadar.

Fakat istisnalar burada bitiyordu: 1 Aralýk 1928’den itibaren “Türkçe hususi veya resmî levha, tabela, ilan, reklam ve sinema yazýlarý” ile “Türkçe hususi, resmî” bütün gazete, broþür ve dergilerin yeni harflerle yayýnlanmasý zorunluydu. Yeni yýlýn hemen baþýndan itibaren de Türkçe basýlacak olan kitaplarda yeni harfler kullanýlacaktý. Diðer yandan, eski para ve hisse senetleri, bonolar, tahvil, pul ve benzeri deðerli kâðýtlar ve bütün diðer belgeler deðiþtirilmedikçe geçerli olacaktý. Belki de en önemli madde, bütün okullarda Türkçe yapýlan eðitimde Türk harflerinin kullanýlmasý gereðinin derhal yürürlüðe girmesiydi; eski harfli bütün ders kitaplarý yasaklanmýþtý. Zaten yasadan çok önce alfabe deðiþikliðinin gerekleri yerine getirilmiþti bile.

MÝLLET MEKTEPLERÝ YENÝ YAZIYI ÖÐRETMEK ÝÇÝN YAYGINLAÞTIRILDI

Hemen ardýndan da yeni yazýnýn geniþ kitlelerce öðrenilmesini saðlamak üzere Millet Mektepleri açýldý. Bu okullarýn iki sýnýfý vardý; ne eski ne de yeni yazý bilenler için dört aylýk bir kurs söz konusuyduý; sadece yeni yazýyý öðrenecek olanlar için eðitim süresi yalnýzca iki aydý. Herkes Millet Mektebi’nin üyesiydi; fakat yasada bu hükmün tam olarak ne anlama geldiði belli deðildi; üzerinde de pek durulmamýþtýr. Okullarýn genel baþkaný ve baþ öðretmeni Atatürk idi. Okullarýn “reisleri”yse daha çoktu: TBMM baþkaný, baþbakan, bakanlar kurulu, genelkurmay baþkaný, CHP genel sekreteri ile bakanlýk müfettiþleri. Müfettiþler, görevleri gereði gittikleri okullarý denetleyecekler ve her ay bir raporla merkeze bildireceklerdi. Okullarýn yönetimi milli eðitim bakanlýðýna býrakýlmýþtý. Her üç ayda bir Atatürk’e rapor verilmesi kararlaþtýrýlmýþtý.

Aslýnda okullarý il yönetimleri finanse edecekti; bütçeden ödenek pek ayrýlmamýþtý. O kadar ki, “Gazi hitabesi plaðý”nýn satýþýndan elde edilecek gelir bile yasada yer almýþtý! Derse devamý saðlamak için polisten, jandarmadan, belediyelerden, muhtarlardan ve esnaf örgütlerinden yararlanýlmasý öngörülmüþtü. Bütün öðretmenler kendilerine görev verildiði takdirde bu okullarda çalýþacaklardý. Eðitime alýnacaklarsa mahalle ihtiyar heyetlerince saptanacaktý. Yirmiden çok çalýþaný olan iþyeri sahipleri, çalýþanlarýnýn yeni yazýyý öðrenmelerinden sorumlu tutulmuþlardý.

50 YIL SONRA BÝLE OKUR YAZAR ORANI YÜZDE 50'NÝN ALTINDAYDI

Sanýldýðýnýn aksine, pratikte okullara devam kiþilerin inisiyatifindeydi; bir zorunluluk yoktu. 1928-1929 yýlýnda 20 binin üzerinde dershane açýlmýþtý; bir milyondan fazla kiþi eðitim görmüþtü. Ne var ki, baþarý oraný çok düþüktü. Her iki kiþiden ancak biri yeni yazýyý öðrenebilmiþti. Zaten bir yýl sonra dershane sayýsý yarý yarýya azalacak ve öðrenci sayýsý da ayný oranda düþecektir. Baþarý oranlarýnda ise hiçbir deðiþiklik yoktu. Sadece dört yýl sonra ayakta kalan dershane sayýsý ilk yýlýnkinin dörtte birine kadar düþmüþtü. Öðrenci sayýsýndaki düþüþ daha da dramatikti; 150 bini biraz geçebilmiþti. Beþ yýlda toplam iki milyon 300 bin öðrenci dershanelere devam etmiþti. Yeni yazýyý öðrenebilenlerse bir milyondan biraz daha fazlaydý. Genellikle büyük bir eðitim seferberliði olarak anlatýlan öykünün sonu aslýnda hayli trajikti: Cumhuriyetin onuncu yýldönümünde Millet Mektepleri sona erdi, yeni yazýyý öðrenme ve öðretme çoþkusu sönmüþtü. Unutulmasýn ki, harf devriminin ellinci yýldönümü dolayýsýyla düzenlenen bir toplantýda, yani 1978 yýlýnda bile okur yazar oranýnýn hala % 50’nin altýnda olduðundan acý acý bahsediliyordu!