Bundan tam 97 yýl ve iki hafta önce bugün, Fransýz Diplomat François-Georges Picot ve Ýngiliz meslekdaþý Mark Sykes tarafýndan, soyadlarýyla anýlan “Sykes-Picot Andlaþmasý” imzâlanmýþdý.
Bizler için uðursuz ve hâinâne bu belge, Osmanlý Ýmparatorluðu’nun güney Anadolu ve Arab Yarýmadasý kuzeyindeki topraklarýnýn iki devlet tarafýndan nasýl paylaþýlacaðýný tesbît ediyordu ki daha sonra Sevres Andlaþmasý’na da alýnmýþdýr.
Böylelikle bu devâsâ bölgede; Sûriye, Irak ve Lübnan gibi Arab târihi boyunca hiç vârolmamýþ mültietnisiteli, yâni çokuluslu ve gökden zembille inme devletler yaratýlmýþ oluyordu.
Bugün, bundan yaklaþýk 90 sene sonra bu sistemin yokoluþunu izliyoruz.
Daha doðrusu bütün dünyâ izliyor ama bizler, sevimli bir köylü çocuðun, yakýndan geçen bir posta katarýna dalgýn nazarlar atfetmesi misâli seyrediyoruz.
Düþünmüyoruz ki o katarda bizim de külliyetli mikdarda postamýz var.
Bugün artýk Yakýndoðu’da 20. Yüzyýl’ýn “Osmanlý Sonrasý Kaosu” tavsiye olunuyor.
Bunun anlamý o devirdeki iki büyük devletin kendi menfaatlerini gözeterek çizdikleri sýnýrlar da artýk geçerliklerini kaybediyorlar ki buna bizim güney sýnýrlarýmýzýn da dâhil olduðu gerçeðini pek aklýmýza getirmediðimiz kanaatindeyim.
Belki farkýnda deðiliz ama bizim güney sýnýrlarýmýz da “normal” deðil!
Farkýnda olsan bu sýnýrlarýn 90 yýldýr neden mütemâdiyen hiçe sayýldýðý üzerinde kafa yorardýk.
Kaçakçýlýðýn “ekonomik zarûret” olduðunu papaðan gibi tekrarlayýp duruyoruz ama “ekonomik zarûret”in nereden neþet etdiðini pek söyleyenimiz yok.
90 senedir her türlü tedbîre raðmen bir türlü milim deðiþmeyen ekonomik zarûretlerin bâzý özellikleri olabileceði bile nazar-ý dikkatimizi celbetmiyor. Biz derken biz alelâde vatandaþlarý kasdediyorum.
Fakat Ankara’nýn bütün bu olup bitenlere bîgâne kalabileceðine de beni kimse inandýramaz. Zâten Osmanlýdan kalma birikim buna mânîdir kanaatindeyim. Üstelik Türkiye bir “bölge dýþý” ama bir “bölge âþinâsý ve bitiþikkomþusu” sýfatlarýyla bu bölgeye yeni bir düzen getirebilecek yegâne “aktör” olarak gözüküyor.
Obama’nýn Amerika’yý bu karmakarýþýk “mahalle”den çekmek istediði belli oldu.
Eðer üzerine kalacaksa bu baðlamda Türkiye’nin en büyük “târihî ve pratik” desteði ise ancak Kürdler olabilir!
Bâzý “roller” bâzen uzun süre “aktörler”ini bekler.
Burada baþrolü oynayacak aktör, misyonu ve ekonomik gücü dolayýsýyla Türkiye ise ikinci baþaktörün de Kürdler olacaðý artýk ayan beyan ortada.
Bunun için Ankara’nýn planý, sezinleyebildiðim kadarýyla, Anadolu ve “Arab” Yarýmadasý arasýnda uzun bir “tampon bölge” yaratmak ki bu da anlayabildiðim kadarýyla Antakya’dan en az Ýran sýnýrýna kadar uzanan bir “Kürd Devleti” olabilir.
Bizim Adana/Mersin taraflarýndan baþlayýp sâhil boyunca Lübnan’a kadar uzanan içerilere doðru da birkaç yüz kilometre uzanan bölgeye târihî olarak “Levante” denir.
Bizde doðru dürüst Türkçe bilenlerin hâlâ arasýra kullandýklarý “Levanten” kelimesi de buradan gelir. Batý dillerinde biraz küçümseyici bir edâsý vardýr.
Ama Levante kendine has renkleri, kokularý, müziði, edebiyâtý ve ekonomisiyle bambaþka ve sehhâr bir âlemdir.
Ýþte Türkiye, yüz yýllýk bir gaybûbetden sonra buraya dönüyor...
Biraz daha yaþlý ve biraz daha olgun...
TEÞEKKÜR: Mesaj gönderen bütün okuyucularýma pek çok teþekkürler...
Hepsine teker teker cevab vermeye imkâným olmadýðý için özür dilerim. Y.A.