Liberallerin bir bildiði var mý?

Pazartesi günkü yazýmda, Türkiye’de “liberaller” diye anýlan entelektüellerin bir kýsmýnda “solculuk ve sekülerizm katkýlý bir liberalizm” olduðunu söylemiþtim. Söz konusu “liberaller” ile muhafazakârlar arasýnda giderek açýlan makas, kýsmen buradan kaynaklanýyordu.  

Özlem Albayrak da Yeni Þafak’daki köþesinde ayný nüansa deðinmiþ. “Dindarlýk=köylülük formülünden hiçbir zaman kurtulamamýþ sol tandanslý liberaller”i eleþtirmiþ. Ahmet Altan’ýn “operada mescid”e dudak büken yazýlarýný bunun bir örneði olarak göstermiþ.

Bu noktada belki “kendilerine liberal denen solcular ve seküleristler” ile “hakiki liberaller”i birbirinden ayýrmak faydalý olabilir. (Bu ikinci kategoride kim var mesela derseniz, en baþta Atilla Yayla, Mustafa Erdoðan, Gülay Göktürk ve bizim gazete yazarlarýndan dostum Berat Özipek’i sayabilirim.)

Ancak burada asýl niyetim “kim sahiden liberal, kim deðil” tartýþmasý yapmak deðil. Bundan daha da önemli olan, söz konusu solcu/sekülerist unsur bir kenara konduktan sonra, liberal pozisyonun muhtevasýnda muhafazakârlarýn hakikaten dikkate almasý gereken doðrular olup olmadýðý.

Bence böyle doðrular var. Bunlarýn baþýnda da “güç” karþýsýndaki ihtiyat geliyor.

‘Güç yozlaþtýrýr’

Liberalizmin bu konudaki tutumunun özü, bu fikrin önde gelen kuramcýlarýndan Ýngiliz Katolik düþünür Lord Acton’ýn ünlü sözünde ifade bulur:

Güç, yozlaþtýrýr. Mutlak güç, mutlak yozlaþtýrýr.”

Bu tehlikeye olan inançlarý nedeniyledir ki, liberaller, bir ülkedeki siyasi gücün sadece “sandýk”a dayanmasýný deðil, ayný zamanda “hukukla sýnýrlý” olmasýna önem verirler. Çünkü en yüksek oyla seçilmiþ iktidarlarýn bile asla çiðnememesi gereken “hak ve özgürlükler” vardýr: Ýfade özgürlüðü, din özgürlüðü, serbest piyasa kurallarý, farklý yaþam biçimleri gibi.

Dahasý, liberaller gücün daðýtýlýp yayýlmasýný da ister, örneðin “adem-i merkeziyet” ilkesi gereðince yerel yönetimlerin kuvvetli olmasýný savunurlar.

Eðer bunlar olmazsa, yani demokratik gücün hukukla ve fren-denge mekanizmalarýyla kontrolü saðlanmaz ise ortaya “illiberal demokrasi”, yani özgürlükçü-olmayan demokrasi çýkacaðýndan endiþe ederler.

Ýyi ve kötü günler

Buna karþýlýk, açýk konuþalým, Türkiye muhafazakârlarý arasýnda “gücün sýnýrlandýrýlmasý”ndan çok, “gücün erdemli ellerde olmasý” daha önemli bir mesele gibi duruyor.

Bir baþka deyiþle, Kemalizmin inþa ettiði güçlü, merkezî, toplumsal hayata sýkça müdahale eden devlet mekanizmasýnýn tasfiyesinden ziyade, bu mekanizmanýn Batýlýlaþmýþ elitlerin yerine “milletin öz çocuklarý”nýn elinde olmasý öncelik taþýyor.

Bu açýdan muhafazakârlar, “gücün yozlaþtýrýcý etkisi”nden pek endiþe etmiyor gibi duruyorlar.

Oysa gücün yozlaþtýrýcý etkisinden herkesin korkmasý gerekir. Güç sahipleri, çok faziletli insanlar olsalar, “Hz. Ömer adaleti”ne inansalar dahi, modern toplumun ortaya çýkardýðý tehlikeli dinamikler vardýr çünkü.

Örneðin, her güç sahibinin etrafýnda, onu her þartta öven, yanlýþ yaptýðýnda bile destekleyen bir kadro türer. Bunlarýn en ateþlilerinin, iktidar sahiplerini tehdit altýnda olduklarý dönemlerde deðil, sadece kesin güce ulaþtýklarýnda desteklemeye baþlamýþ olmalarý ise epey anlamlýdýr.

Oysa bu “iyi gün dostlarý”, iktidardakilerin gerçek dostlarý deðildir. Gerçek dostlar, geleneðimizde bilgece ifade olduðu üzere, gerektiðinde “acý söylemeyi” bilenlerdir.    

AK Parti, liberallerden, bilhassa da “hakiki liberaller”den gelen eleþtirileri biraz da böyle görmeli. “Beyaz Türk kibiri” diyerek hepsine kulak týkamamalý.