Etnik bir sorunun hal yoluna koyulduðu süreçler çok karmaþýk süreçlerdir. Taraflarýn karþýlýklý olarak empati yapmasý, savaþ ve çatýþma yýllarýnda birikmiþ etnik hýnç ve öfkenin yatýþmasý gerekir. Çözüm dediðiniz þey teknik bir sorun olmanýn ötesinde, çatýþma yýllarýnda oluþmuþ moral deðerlerle yüzleþmek, kimi moral deðerleri ve sembolleri, barýþýn inþasýný zorlaþtýracak ve muhatabýnýzý zor durumda býrakacak bir biçimde kullanmak yerine, barýþýn inþasýna yarayacak ve ders alýnacak hatýralara dönüþtürmek gerekir. Ama çoðu kez bunu baþarmak son derece zordur.
***
Eruh-Þemdinli baskýnýný ‘ulusal tarihin onurlu bir safhasý olarak yaþamak’ ve burada ‘ilk kurþunu’ atan insanlarla övünmek her zaman mümkün. Ama unutmayalým ki, baþkalarýnýn da tarihte övündükleri hadiseler ve ulusal onurun parçasý olarak yaþanan anýlarý ve hatýralarý vardýr ve ‘milli psikolojilerin’ oluþmasý, sonra da bütün bunlarýn karþýlýklý etnik hýnç ve öfke üreten bir ortama birer ‘ulusal psikolojiye’ dönüþmesi böylelikle mümkün olur.
Bu yüzden olsa gerektir, ‘dize getirmek’, ‘teslim almak’, ‘barýþa mecbur etmek’, ‘anlayacaðý dille konuþmak’ gibi kavramlar, barýþ süreçlerinde kaçýnýlmasý gereken ve kullanýlmamasý gereken kavramlardýr.
Çözüme en çok yaklaþýldýðý görülen bir zamanda bile, ‘kanýmýzýn son damlasýna kadar’cýlarýn sesi bazen daha çok çýkar. Çatýþma yýllarýnda oluþmuþ ‘milli psikolojiler’ canlý tutulur, barýþa deðil bu milli ve çatýþmacý psikolojilerin siyasi ortama egemen olmasý için akla hayale gelmedik usuller denenir.
Bu usullere genellikle provokasyon der geçeriz, ama bazý olaylar provokasyonun ötesinde bir anlam taþýrlar.
***
Lice’de bir mezarlýða dikilen Mahsum Korkmaz heykelinin oraya dikiliþ sebebini çözüm sürecine karþý derin bir provokasyon olarak deðerlendirmek doðru ama eksik bir deðerlendirme olur. O heykeli oraya dikenlerin amacý sadece provokasyon yaratmak deðildir.
Amaç, barýþ için gerekli düþünsel ve ruhsal ruh halinin topluma egemen olmasýný engellemektir.
***
Dicle ve Dersim üniversitelerinde bu yýl konuþmacý olarak katýldýðým iki konferansta þunu gördüm:
Gençler, Abdullah Öcalan’ýn fikirleriyle ilgili deðiller, hele onun bir ‘Barýþ Manifestosu’ olarak tarihe geçen ve 21 Mart 2013 Newroz’unda okunan mektubunun adýný bile anan yok. Bana ve diðer konuþmacýlara her iki konferansta da çok sayýda soru soruldu. Ama en çok dikkat çekici olan, Öcalan ve onun yeni fikirlerine dair bir merakýn olmamasýydý.
Gençler, geçmiþe saplanýp kalmýþ gibiydiler ve bir arkadaþlarýnýn söz alýp, çözüm sürecine beddua okurcasýna ‘bu çözüm süreci inþallah baþarýya ulaþmaz’ demesini heyecanla alkýþladýlar.
Çünkü gençlere, Öcalan’ýn düþündüðünün aksine, AK Parti’yle barýþýn zayýf bir ihtimal -Allahlarý var, daha da zayýflatmak için kimi Türk aydýnlarý ellerinden geleni yapýyorlar- ama savaþýn ise giderek güçlenen bir ihtimal olduðu söyleniyor.
Çünkü savaþ, Cemil Bayýk’ýn Ruþen Çakýr’a ifade ettiði gibi, ‘þunlar þunlar olmazsa’ hala bir ihtimal olarak, üstelik son olaylarýn da gösterdiði gibi güçlü bir ihtimal olarak masada duruyor..
Bu ihtimal kesin olarak ortadan kalkmadýkça ‘ilk kurþun’ anýtlarý dikilmeye devam eder, ve biz de iþte bir provokasyon daha der dururuz.
***
O mezarlýða Öcalan’ýn veya Vedat Aydýn, Musa Anter, Mehmet Sincar gibi Kürt davasýný düþünsel ve siyasi olarak temsil eden þahsiyetlerin heykelinin yerine Mahsum Korkmaz’ýn heykelinin dikilmesinin sebebini anlamak gerekir. Sonra unutmayalým ki, çözüm süreci dediðimiz hadisenin yarattýðý normalleþmenin bir sonucu olarak artýk Diyarbakýr’a Þeyh Said’in ve Dersim’e de Seyyid Rýza’nýn heykeli dikilebiliyor.
Mahsum Korkmaz’ýn da dikilir bir gün ama hatýrlamak ve keþke Eruh ve Þemdinli yaþanmasaydý demek için, yoksa yeni bir savaþ iklimi, yeni Eruh ve Þemdinli baskýnlarýna zemin yaratmak için deðil.
***
Lice’de, provokasyon, provokasyon üstüne geldi.
Bir asker yere devrilmiþ heykelin kafasýna ayaðýyla basýyor ve bu anýn her nasýlsa fotoðrafý çekilip, malum medyanýn ‘hizmetine’ sunuluyor. Malum medyanýn mal bulmuþ maðribi gibi dört elle sarýldýðý bu fotoðraf, 1990’lý yýllarda kafasý gövdesinden ayrýlmýþ cesetlere ayný þekilde basýldýðý anlarý gösteren fotoðraflarý hatýrlatýyor. 1990 yýllarda medyaya servis edilen bu fotoðraflardan, þimdilerde Hayrunnisa hanýmefendi için ‘intifadaya’ hazýrlanan bir zamanlarýn ‘savaþ yazarlarý’-sizi unuttuðumuzu sanmayýn!- ve gazeteleri epey istifade eder, gazete ve köþelerinde ‘teröristin sonu’ diye kullanýr, kullandýkça da, ölmek ve öldürmek için daðlara çýkan Kürt gençlerinin sayýsý habire artar dururdu. O kadar ki, PKK ‘artýk daða kimseyi almýyoruz, haddi doldu daðlarýn’, diye açýklamalar yapardý.
Belediye baþkanlarýnýn ellerine kelepçe vuranlarýn, Oslo-Ýmralý belgelerini sýzdýranlarýn, Diyarbakýr’da bayraðý indirtenlerin, Mahsum Korkmaz’ýn heykelini dikenlerin ve o heykele ayaklarýyla basanlarýn veya bastýrtanlarýn, sonra da Hayrunnisa hanýmefendinin, hissi intifada çaðrýsýný bile ciddiye alýp es geçmeden, bu tuhaf intifada çaðrýsýnýn ‘fedaileri’ olduklarýný açýkça ilan edenlerin, amacý aynýdýr.
Her ne kadar, birbirlerinden çok farklý olduklarý intibaýný vermek isteseler de ayný amaca ama çeþitli düzeylerde ve farklý alanlarda hizmet ediyorlar.
***
Peki ya barýþ, ya çözüm, o ne olacak?
Çözüm ve barýþ, savaþ isteyenler kadar cesur davranmak ve barýþýn entelektüel, düþünsel zeminini güçlendirmekten geçiyor...
Savaþý, bu topraklarda ve ebediyen, bir ihtimal olmaktan dahi çýkarmaktan geçiyor. Davutoðlu’nun Baþbakan olacak olmasýna bu yönüyle de çok seviniyorum. Çünkü o ayný zamanda çok güçlü bir entelektüel ve bir barýþ sürecinin ihtiyaç duyduðu entelektüel zeminin ne kadar kýymetli olduðunu anlayabilecek, Türk-Kürt siyasal ve moral iliþkilerinin hangi tarihi zeminlerde seyrettiðini bilebilecek çok az sayýda politikacýdan biri.
Bu yüzden de içimden, ‘Davutoðlu ve Kürtler’ konulu bir yazý yazmak geçiyor, yarýna tabi.